21 Haziran 2013 Cuma

Boğaziçi Adayına Tavsiyeler!!!

   Anadolunun hangi şehrine giderseniz gidin, yaşlı amcalardan ev hanımı teyzelere kadar, "Boğaziçi" dediğinizde "ooo" ünlemiyle karşılaşırsınız. Bu üniversitenin prestiji nasıl da böyle yaygınlık kazandı ve adını duymadığını düşündüğünüz kimseler tarafından bile takdirle karşılanıyor, araştırmaya açık bir konudur.
   Boğaziçi, eşsiz manzarası ve ferah havasıyla her şeyden önce İstanbul'un alışılageldik havasından uzak bir görünüm arz ediyor. Görülmeye değer Boğaz manzarası ile belki de dünyanın en güzel manzaralı üniversitelerinden sayılabilir. Bununla beraber gerek eğitim sistemi, gerek sosyal hayatıyla adayların zihninde hem soru işaretleri hem de hayranlık hissi bırakıyor.



1. İngilizce Hazırlık Meselesi ve Kilyos
 
 "Boğaziçi iki kez kazanılır, ÖSSde ve PROFda". Bu sözü ilk duyduğumuzda hem çok şaşırmış hem de gerçekliğine imkan vermemiştik. Mevcut eğitim sistemi, üniversitelere giriş sınavını "son düzlük" olarak görmemiz için pek müsait. "Hele bi üniversiteye kapak at gerisi kolay" cümlesini duymak her Türk gencinin makus talihidir. "Eee, kazandım işte, daha niye bir daha kazanmam gerekiyor?" cümlesi ise boşluğa savrulmuş  kimsesiz bir feryattır.
   Yabancı dilde eğitim veren (gerçek anlamıyla) bir liseden gelmediyseniz önünüzde koca bir sene hazırlık sınıfı vardı. Burayı üniversite ortamı gibi zannedip hayal kırıklığına uğramak hepinizin kaderi arkadaşlar, bizim de öyleydi, ama insan alışıyor. "Lise 5 tanımlaması" yerindedir, doğrudur.
   Eğer İstanbul dışından geliyorsanız ve İstanbulda kalacak yeriniz yoksa Kilyos Sarıtepe Kampüsünde bir sene geçirecek ve sadece ingilizce dersleri alacaksınız. Burada iki yurt bulunmaktadır. Birincisinin konforu iyi, sosyal ortamı kısıtlı, ikincisi ise tam tersi. Karakterinize göre seçiminizi yapın diyemeyeceğin çünkü tercih yapma hakkınız yok, bölümünüze göre birine yerleştiriliyorsunuz.
   Kilyosta öğrenci olmak bir roman konusudur. Boğaziçinin askerliğidir. Kilyosta en az bir sene kalmamış öğrenciye "olmuş" gözüyle bakmakta zorlanıyorum. Belki abartılı bir bakış fakat bunu hissetmek için yine Kilyosun çemberinden geçmek gerekir.

2. Dersler İngilizce.. 
   Türkçe konuşma becerisinin yerlerde seyrettiği ülkemizde İngilizce konuşmakta zorlanmayanların sayısı gerçekten çok düşük. Bunun için iyi bir lisede mezun olmanız da gerekmiyor. Boğaziçi Hocalarının derslerinde konuşmak için sağlam bir özgüven ve güvenilir bir altyapı da gerek. Tabi bütün genellemeler gibi istisna noktaları yok mu var.
   Genel olarak "her şey ingilizce,anlamıyorum,kendimi ifade edemiyorum" bataklığına düşmemeye çalışınız. O bataklık evet vardır, yakındadır, belki de çoğu öğrenci saplanmıştır fakat feryad ü figan fayda etmez. Tek çare en kısa zamanda ingilizce derslere adapte olmak ve konuşma pratiği yapmak.

3.Sosyal Hayat
   "Üniversitede kızlar teklif ediyomuş lan" önermesi ne kadar palavraysa da bu palavra çemberinin doğruluk eksenine en yakın olduğu noktaya Boğaziçi denir. Sadece kız-erkek ilişkileri için değil, ama genel olarak, sosyal konulardaki yeteneklerinizi kullanmak ya da açığa çıkarmak için Boğaziçi ortamı oldukça uygundur. Tek gereken birazcık özgüven  ve elbette cesaret. Anadoludan gelmişseniz benimsediğiniz değerleri çöpe atmadan (ama deforme de etmeden) nasıl üniversite ortamının gerçekleriyle barıştırabileceğinizin çarelerini bulmaya bakın.

Elbette hiç bir şey tam olarak siyah ve beyaz değil, gri tonlar hep mevcuttur. Bunu en iyi kavrayabileceğimiz yere üniversite diyoruz.


not: gerçekten boğaziçine gelme düşüncesini kafaya koyduysanız prof. celal şengörün boğaziçi hakkındaki yazısını okumamak faydalı olabilir. feci şekilde moral bozucu olduğu salık verilir.

Madde Sonsuza Dek İkiye Bölünür mü?

     Çok erken yaşlardan beri zihnimi meşgul eden bir sorudur. Bunun nasıl aklıma geldiğini şu an tam olarak hatırlayamıyorum fakat herkesin birleştiği bir nokta var ki çocukluk, hayatın hayal kurmaya en müsait çağı. Belki gerçekleştirmek için yeterli gücümüz olmuyor bu çağda fakat güce sahip olduğumuz yaşlara ulaştığımızda da artık hayal kurmaya vakit bulamıyoruz. Başarılı insanlar, içindeki çocuğu hep canlı tutarak ve onun sorularına cevap vererek ilerliyor.

     
     Bazı sorular cevap istemez, bazı sorular bir çok şeyi öğretebilir. Bu yüzden sormakla yetiniyorum, düşünmek sizden: “Madde sonsuza dek ikiye bölünebilir mi?”


Tarihin Arka Odası Başarılı mı?

Türkiyede tarih konulu tv programları yakın zamana kadar yaygın değildi. Birkaç başarılı istisna dışında tarih, televizyon ekranlarında saatlerce tartışılmaya anlatılmaya uygun görülmeyen (elbette rating kaygısı) bir konu olarak görülüyordu. Bunda gerçeklik payı yok değil. Eğitim sistemimizin tarih öğretimi konusundaki yetersizliği bir yana, bir çok insan bu dalı gereksiz bilgiler yığını olarak görüyor. Belki de tarihi anlamsız sayılar ve kelimelerin ezberlenmesi olarak görüyoruz. 1071,1453,1789 gibi rakamlar, birçoğumuzun okul sıralarında kabusuydu. Okul bittiğinde de bunlardan kurtulduğumuza şükrettik.

Televizyon izleyicisi politika tartışmalarına büyük rağbet gösteriyor. Bunda siyasetin neredeyse herkesi ilgilendiren şümullü bir konu olması yanında milletimizin seyretmekten çokça keyif aldığı kavga gürültüye de ortam hazırlaması bir gerçek. Ekranda birbiriyle tartışan hatta yeri geldiğinde canlı yayında olduklarını unutup yumruk yumruğa kavga eden yaşlı başında adamları izlemek hep çekici geldi. Tarih ise “olmuş bitmişliği” ile, “heyecansızlığı” ile çoğu insan için uyku düzensizliğine iyi gelen bir zihin jimnastiği!



Birkaç yıldır, gazeteci Murat Bardakçı ve akademisyen Erhan Afyoncu Tarihin Arka Odası isimli programla evlerimize konuk oluyor. Bu ikisi banko olmak üzere, diğer katılımcılar sürekli değişti. Pelin Batu ve Selin Barlas denemeleri rating anlamında kısmen faydalı gözüktüyse de programın ağır toplarının iğneleyici sözleri karşısında iki genç bayan da dayanamadı. Çoğu kez sözleri kesildi, sabaha kadar kendilerine söz verilmedi (deyim olarak değil, gerçekten “sabah saatlerine kadar”) Pelin Batunun ağlamaklı tavrıyla isyanı hala hafızalarımızda!!!! Masaya çıkmışlığı, canlı yayında uyumuşluğu da vardır.


            Selin Barlas (evet, Mehmet Barlasın yakın akrabası olur kendileri) kısmen uyum sağlamış görünse de farklı sebeplerden programı bırakmak zorunda kaldı. Şimdilerde Nurhan Atasoy Hoca ikiliye eşlik ediyor. Artık yaşına hürmetten midir, yoksa seyircinin baskılarından mı bilinmez, Nurhan Hocaya farklı muamele ediliyor. Tabi ki Bardakçı çoğu kez Hocanın sözünü kesmekten geri durmuyor fakat Nurhan Atasoy her zamanki zarifliğiyle haftanın konusuna kendi açısından katkısını yapıyor.

Tarihin Arka Odası, birçok program için iyi bir örnek oldu. Diğer kanallarda da tarih temalı programlar yayınlanmaya başladı. Ahmet Kekeç ve Mustafa Armağanın katıldıkları bunlara örnek olabilir. Ancak tv izleyicisi her zaman Tarihin Arka Odasına farklı bir yer ayırdı. Rating oranlarına baktığımızda hala hatırı sayılır bir kitle tarafından takip ediliyor, interaktif özelliği sayesinde büyük kitleleri tartışma içine çekmeyi başarıyor. Tabi ki Murat Bardakçının zaman zaman ölçüyü aşan çıkışlarını da bir kenara not etmek gerekir. Ama bazı e-postalar var ki eminim bir çok seyirci aklından Bardakçıdan daha sert şekilde mukabele etmenin yollarını düşünüyordur. Bu tip mesajlara örnek vermeye gerek yok sanırım, programın müdavimleri iyi bilir.


Genel olarak baktığımızda, bazı olumsuz yönlerine rağmen Tarihin Arka Odası, televizyon kültürü açısından  bir çığır açmıştır. Çok değerli isimleri konuk alarak hem ilgili araştırmacılara hem ortalama tv seyircisine önemli bir imkan sunmuştur. Bu haliyle, mevcut kitlesini koruyacağa benziyor. Bakalım neler olacak..

Şoray UZUN Yolda?

Bir zamanlar yalnızca Kanal 7 kitlesinin değil tüm televizyon izleyicilerinin büyük beğenisine mazhar olan Şoray Uzun Yolda programı, Ülke tv’de tekrar yayınlanmaya başladı. Maalesef yeni bölümler çekilmiyor artık. Yine de bizim kuşağımız için oldukça önemli bir köşetaşıdır Şorayın programı. Birçok insan kendi memleketini izlerken “aa, bu da mı varmış” yahut “bu geleneği daha önce nasıl görmemişim” demekten kendini alamadı.


                Anadoluyu ve Anadolu insanını konu alan gezi-belgesel tarzı programların sayısı azımsanmayacak derecede çok. Tayfun Talipoğlu ile başlayan gelenek bugünlere kadar devam ediyor ve yapımcılar hiç bu tarzdan vazgeçmeyi düşünmedi. Kentleşme ve göç artık tahmin edilemez boyutlara ulaşmışken bile köyü,köy yaşamını,Anadolu insanının geleneklerini anlatan programlar büyük ilgiyle takip ediyor. Tabi bunların esas olarak orta yaş ve orta yaş üstü izleyici kitlesine hitap ettiği bir gerçek. Yine de birçok genç bu şekilde Anadolu konusunda bir meraka ve öğrenme ihtiyacına sahip oluyor. Bu anlamda, Şoray Uzun Yolda, aslında sadece gezi-belgesel türü olarak değil sosyolojik planda da bir olguya işaret ediyor: “Köyden kente göç ne kadar devam ederse etsin, şehire gelen insanlar hiçbir zaman ve hiçbir şekilde köyle olan tüm bağlarını koparmıyor.” Ailesi çok önceden şehire gelen ve şehirde doğup büyüyen çocuklar da bu programlar sayesinde köy hayatı konusunda bilgi sahibi oluyor.

               
  Efendi üslubu, yaşlılara ve hanımlara saygılı tavrı ve samimi davranışlarıyla Şoray, Anadolu programları içinde en başarılısı, en dikkat çekeni. Şimdilerde onu Seksenler dizisinde yine başarılı bir karakteri canlandırırken görüyoruz. Yine geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen 11.Türkçe Olimpiyatları Kapanış Töreninde de sunuculuk görevini üstlendi. Fakat hiçbiri izleyicide, “efendi spiker” ve yaveri Nondanın  performansını bulamadı. Bakalım Şoray Uzunun gelecekteki kariyeri ne yönde seyredecek. Dileriz ki tekrar uzun yollara düşer..

Bülent Akyürek ve Anti-Modernizm

Modernizm, kainatta var olan her “şey” gibi kendi karşıtlığını üretti. Buna kimileri anti-modernizm ismini veriyor. Bu akımın dünyada olduğu gibi Türkiyede de çeşitli temsilcileri mevcut. Bülent Akyürek belki de bunlar arasında en tanınmışı, en popüleri. Yılgın Türkler, Öğle Namazına Nasıl Kalkılır, İçinizdeki Öküze Oha Deyin gibi çarpıcı kitaplarıyla tanınan yazar, hayatının büyük kısmını ateist olarak geçirdiğini, bir rüya vesilesiyle dünya değilse bile ahiret görüşünü değiştirdiğini öne sürüyor.

              
  Akyürek şimdiye kadar birçok tv ve radyo programına konuk oldu. Hemen hepsinde de yaklaşık olarak aynı şekilde tutarlı bir görüş ortaya koymayı başardığı söylenebilir. Bu programlardan en meşhuru Turgay Gülerin sunduğu Sıradışı idi. Uzun zamandır Ülke TVde ekrana gelen Sıradışı, Prof.Mehmet Çelik, Oktay Sinanoğlu, Sadık Yalsızuçanlar gibi isimlerden sonra Bülent Akyürek ve onun düşüncelerini evimize konuk etti. Açıkçası bu programda Güler alışık olduğumuz başarılı sunucu grafiğinden birazcık uzaklaştı. Yine de Bülent Akyürek, kendi okuyucu kitlesine vermek istediği mesajı en iyi şekilde iletti.

              


  Anti-modernizm, kendini modernizme göre, ve tabiidir ki onun referanslarına göre tanımlamak hatasına düşmek için çok uygun bir vaziyette konumlanmış. Bir kere anti ön eki, zaten tümüyle bir reddediş ve karşı çıkışı işaret ediyor. Hal böyleyken “uçağa da mı karşısın” “ilaca da mı karşısın” “ambulansa da mı karşısın” gibi çıkışların ardından en can alıcı ve en kritik soruyla karşı karşıya geliyoruz “kitaba,dergiye,televizyona da mı karşısın? Madem karşısın, ne işin var o ekranda, niye boyumuz kadar kitap yazdın, dergilere verdiğin o uzunca mülakatlar da neyin nesi?” Evet, bir blog yazarı olarak bloglara ve internete karşı olmak kadar gülünç bir şey diyebiliriz. Fakat Akyürek’in üslubu ve fikir dünyası hemen “anti-modernist” yahut “bağnaz” gibi yaftaları kabul etmeyecek kadar derin. Bir kere bu tarz kitapları okurken, tebliğleri dinlerken bu düşüncenin kendi jargonunu kullanmak ve yine kendi paradigması içinde düşünce bağlantıları kurmak mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde, “tvye karşısın ne işin var ekranda” cümlesinden öteye gidemeyiz.


               
 Her konuda olduğu gibi, suçlamadan önce karşımızdakinin ne dediğini etraflıca anlamalı, almamız gerekenleri almalı, ve olumlu olsun olumsuz olsun eleştiriyi en sona koymalıyız. Bu eleştiri yapmayalım anlamına gelmiyor. Bülent Akyürek okurlarını yazarın kitaplarını tekrar ve bu kez daha farklı bir gözle okumaya, muarızlarını da insaflıca davranmaya davet ediyorum.