theodor herzl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
theodor herzl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2012 Çarşamba

İttihatçılar ve Siyonizm


 2.Abdülhamit döneminde Siyonist organizasyonlarının Osmanlı bürokrasisiyle girdikleri tüm diplomatik ilişkiler başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Bu diplomatik ilişkilerin tıkanmasının sebebi Siyonistlerin istekleriyle Osmanlı’nın egemenlik anlayışının çatışmasıydı. Theodor Herzl’in ölümü ve Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve İttihatçıların iktidara geçmesiyle yeni bir boyut kazanan ilişkiler hız kazanarak devam etti. Yahudiler, istediklerini rahatça elde etme imkânı buldular. İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidara gelmesi, Siyonizm için tam bir fırsat dönemi oldu. Yahudi ileri gelenleri, istediklerini daha rahat gerçekleştirebilmeleri için, İttihatçılar tarafından devlet yönetiminin en stratejik noktalarına atandılar. İttihat Terakki iktidarı içinde çeşitli kademelerde görev alan Yahudiler, Abdülhamit’in tahttan indirildiği 1908 darbesinin üzerinden daha üç ay geçmişken Filistin konusundaki isteklerini hemen dile getirdiler. II. Abdülhamit zamanında Filistin’e Yahudiler için konulan göç yasağının kaldırılmasını isteyen Siyonistler, bunun için İttihatçıların ileri gelenlerini kullandılar.
         Bu amaçla, Ruso, Masliyah, Ahmet Rıza, Enver, Talat ve Nazım Beylerle görüştüler. İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri olan bu kişiler, Filistin’e Musevi göçünün yararlı olacağı kanısındaydılar. (23)
         Hahambaşı, Meclis Başkanlığına seçilen Ahmet Rıza Bey’i tebrik için gittiği ziyarette göç ve toprak satın alma konusunu açtı. Meclis Başkanı teklifi kabul etti. Hahambaşı, Sadrazam’a da aynı şekilde bir nezaket ziyaretinde bulundu. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa da, yerleşim merkezi kurmak isteyen Yahudi göçmenlerine karşı çıkılmayacağını söyledi. İttihat ve Terakki liderlerinin Siyonistlerin bu tekliflerini kabul etmesindeki asıl neden, kimi Yahudilerin bu parti üzerindeki kuvvetli nüfuzuydu. Siyonistler bu kararların alınması için, kendilerini, Osmanlı’nın yeniden güçlenmesi için iyi niyetle hareket eden kişiler gibi göstermişlerdi. Göçle gelen zengin Yahudiler sözde mal varlıklarını yeni devletleri için kullanacaklar, böylece bütün azınlıkların Osmanlı ruhu altında barış içinde yaşayabileceklerini ispatlayacaklardı. Ancak bu, Filistin’i Osmanlı’dan kopararak tamamen bağımsız bir devlet kurmayı hedefleyen komplonun bir adımından başka bir şey değildi.
         İttihat ve Terakki’nin iktidara gelişinden kısa bir süre sonra Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Girit’in Yunanistan’a bağlandığını açıklaması, Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna-Hersek’i alması ve imparatorlukta bulunan diğer etnik grupların imtiyaz talepleri İttihatçıların şimdiye kadar savunduğu Meşrutiyet fikrinin Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülmesini hızlandıracak bir etken olduğu anlaşıldı.(24) Türk olmayan Müslümanların da kurduğu örgütler vasıtasıyla hükümetten ayrıcalık istemeleri aslında yönetici sınıfı olan Türklerin hamisiz kaldığını ve bunun için de İttihat-Terakki Cemiyeti’nin Türklüğün korunup yükseltilmesi görevini yüklenecek ve bundan sonra da kendilerini Türkçülüğün teşkilatı olarak göreceklerdi. Türkçülük ve Meşrutiyetçiliği uzlaştırarak imparatorluktaki etnik grupları Osmanlılığa ısındırmaya çalıştılar. Ve daha merkeziyetçi ve otoriter bir yönetim haline geldiler. Yönetim içindeki böyle bir değişim Siyonizm’e bakış açılarını önemli ölçüde etkilemiştir.(25)
         Özellikle Hareket Komitesi’nin liderlerinden Jacobus H.Kann’ın 1907’de Filistin’e yaptığı gezideki izlenimlerini kitap haline getirdi. İsrail Vatanı adlı bu kitap 1909’da Almanca ve Fransızcaya çevrildi. Kann bu eserinde Padişahın egemenliği altındaki Filistin’de özerk bir Yahudi devleti istediğini açıklar. Vergi toplamaktan savunmasına kadar Filistin’in tüm işlerini Osmanlı hükümeti Siyonist yönetime devredecektir. Kurulacak özerk Yahudi devletinin sınırlarını da çizmiştir. İttihatçılar bu hareketin imparatorluğun geleceği açısından tehlikeli olduğuna karar vermişlerdir ve Filistin’e Musevi göçlerini engellemek için kararlar almışlardır. Ve bu kısa sürede Musevilere vermiş oldukları bütün hakları kaldırmışlardır. Özellikle arazi satımı konusunda radikal kararlar alarak Siyonistlerin arazi satın almalarını engellemişlerdir. Filistin’de Yahudilere vize sınırlaması getirmişlerdir.2.Abdülhamit politikalarına dönerek bölgedeki Müslüman nüfusu arttırma gayreti içine girmişlerdir.(26)
         İttihatçıların vermiş oldukları bu kararlar İngiliz hükümetini tedirgin etmeye başladı.19.yüzyıldan beri İngiltere‘nin geleneksel stratejisi Hint sömürgesine ulaşma yollarını denetim altına almaktı. Filistin, Hindistan’a giden karayolu üzerinde bulunduğu için Londra, Filistin’de kendi himayesi altında kurulacak bir devletin İngiliz menfaatlerinin gereği olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden bu bölgedeki etkinliğini artırmıştır. Birinci Dünya savaşının arifesinde artık İngiltere Yahudilerin hamiliğine soyunmuş oldu. Bundan sonra Ortadoğu Avrupa devletlerinin, Osmanlı’nın, Rusya’nın ve Siyonistlerin mücadele alanı haline geldi.1.Dünya Savaşı’ndan sonra da Ortadoğu haritasının tamamen değişmesi ve güç dengelerinin Osmanlı aleyhine sonuçlanacak ve ortaya çıkan problemler günümüze kadar artarak devam ede gelecektir.

Abdülhamit ve Siyonizm


1-II. Abdülhamit Dönemi’nde Filistin Meselesi
             Sultan II. Abdülhamit zamanında, Yahudilerin Filistin’e olan göç çabaları hızlanmıştı.
Çünkü o zamanlar imparatorluk ekonomik olarak zor durumdaydı. 1881 yılında yabancıların borçlarını tahsil etmek için kurulan Duyun-u Umumiye, Osmanlı Devleti’nin tüm gelirlerin kontrol ediyor ve önemli bir kısmına el koyuyordu. Aslında bu durum, ulusal egemenlik ve bağımsızlık açısından kabul edilemezdi. Yahudi cemaatinin önde gelenleri padişahın içinde bulunduğu bu mali krizin farkındaydı ve sultana dış borçların ödenmesi konusunda yardım teklif ettiler. Birçok kez İstanbul’a gelen ve Avrupa’daki Osmanlı bonolarının ödenmesi için yardım önerenlerin başında Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl gelmekteydi.
Theodor Herzl 1886 ile 1892 yılları arasında beş defa İstanbul’u ziyaret etti. Fakat çabaları zaman kaybından başka bir şey değildi. Ne Osmanlı yöneticilerinden ne de Sultan II. Abdülhamit’in kendisinden herhangi bir cevap alamadı. Daha sonra Newlinski ve Herzl, Filistin’de Yahudi yerleşim yerlerinin açılması konusunda Abdülhamit’i ikna edebilmek için birlikte hareket etme kararı aldılar. Abdülhamit için Polonya’da muhbirlik yapan Newlinski, Herzl ve sultan arasında bir elçi gibi hareket ediyordu. Newlinski Herzl ile görüştükten sonra İstanbul’a giderek, Filistin’de oluşturulacak Yahudi yerleşim merkezleri karşılığında sultana 20.000.000 pound önerdi. Fakat beklendiği gibi Abdülhamit bu cömert teklifi elinin tersiyle itti.
         Sultanın cevabı oldukça net ve açıktı. Hiçbir surette, Filistin’de Yahudi yerleşim merkezleri oluşturulamazdı.(15)
Padişah, Herzl’e iletmesi için Newlinski’ye şunları söyler:
”Eğer Bay Herzl senin, benim arkadaşım olduğu gibi arkadaşım ise, ona söyle, bu meselede ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere savaş meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar, Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.”
Abdülhamit’in bu cevabı karşısında Herzl, Osmanlının Filistin’i vermesi karşılığında Avrupa basın hayatında önemli nüfuzu olan Musevileri seferber ederek Ermenilerin sultan Hamit’e karşı giriştikleri karalama kampanyasını susturabileceklerini, hatta Batı kamuoyunu Türkler lehine çevirebileceklerini iddia ediyordu. Osmanlı devletinin mali zorluklar ve iktisadi darboğaz içinde olduğunu gören Herzl Abdülhamit’i ikna edebilmek için 2.bir yol olarak Türkiye’ye bir takım maddi hizmetlerde bulunmayı önerdi.
         Daha sonra 1901’de Yıldız’da 2.Abdülhamit’in huzuruna çıktı ve ona batılı güçlerin Osmanlı’yı boyunduruk altında tutabilmek için ekonomik kalkınmayı engellediklerini ama bütün madenlerde ve petrol yataklarında kendi çıkarlarını düşünerek kendi devletlerini zengin ettiklerini belirtti. Avrupa’nın bu ticari becerisinin de tamamen Musevi zekasının ve kabiliyetinin sonucu olduğunu, eğer kendilerinin Filistin’e yerleşmeleri kabul edildiği takdirde Osmanlı maliyesini batının vesayetinden kurtarıp devlet-i Aliye yi kalkındıracak iktisadi hamlelerin gerçekleştirilmesini sağlayabilirlerdi.2.Abdülhamit Herzl’i dikkatlice dinledikten sonra Osmanlı borçlarının konsolide edilmesi için bir plan hazırlamasını söyledi.1 ay sonra Herzl Sultan Hamit’e bu planı hazırlayıp sundu. Buna göre birkaç yıl içerisinde Musevi bankerlerin Avrupa borsalarındaki tüm Osmanlı borçlanma tahvillerini toplayabileceklerini yazdı. Ayrıca Türkiye’de ziraat, endüstri ve ticaret hayatını geliştirebilecek bir Osmanlı-Musevi şirketinin kurulmasını teklif etti. Bu çalışmalara başlanmasınının tek şartı ise padişahın Musevilerin Filistin’e yerleşme ve özerk idare kurma hakkını tanımasıydı. Fakat 2.Abdülhamit’in cevabı yine ret olmuştur.
         2.Abdülhamit’le görüşmesinin üzerinden bir yıl geçmeden Londra’da bir telgraf alan Herzl acele olarak İstanbul’a çağrılmaktaydı. Hemen İstanbul’a gelen Herzl Mabeyin 2.kâtibi izzet paşa ile görüştü. İzzet paşa 2.Abdülhamit’in imparatorluğun kapılarını Musevi göçmenlere açmaya hazır olduğunu söyledi. Ancak göçmenler Osmanlı uyruğuna geçmeyi baştan kabul ve beyan edeceklerdi. Bu takdirde Musevilere Filistin dışında herhangi bir yerde kolonizatörlük hakkı verilecekti. Buna karşılık Siyonistler bir sendika kurmak suretiyle Osmanlı borçlarını konsolide edecek; halen var olan ve bundan sonra da bulunacak olan tüm madenlerin işletilmesini üzerlerine alacaklardı. Filistinsiz bir imtiyazı geri çeviren Herzl sultan Hamit’in bu önerilerinin Osmanlı borçları için Musevileri harekete geçirmeye yeterli olmadığını belirterek İstanbul’dan ayrılmıştır. Aynı yılın Temmuz ayında Herzl tekrar Londra büyükelçisiyle görüşür. Büyükelçi Antapulos paşa 2.Abdülhamit’in şifahi mesajını iletir. Siyonist liderine Osmanlı borçlarının tasfiyesi için Fransızlarla anlaşmak üzere olduklarını fakat Yahudilerin daha iyi koşullar sunabilecekleri halde bu projeyi onlara havale edebileceklerini söyledi. Buna karşılık padişahın eski geleneği de olsa Yahudilerden adalet ve himayesini esirgemeyecekti. Bu mesajı alan Herzl yeniden bir pekiştirme raporu hazırladı. Bu rapora göre Musevi bankerler Osmanlı borçlarının birikmiş faizlerinin ödenmesi için 1,5 milyon sterlini temin etmek üzere olduklarını bildiriyordu. Ayrıca Musevi bankerlerin bir şirketler birliği oluşturarak 30 milyon sterlin tutarındaki Osmanlı borçlanma tahvillerini borsadan toplayacaklardı. Böylece Osmanlı batının alacaklarının mengenesinden kurtulacak, siyasal baskı görmeyerek tam bağımsızlığına kavuşacaktı. Bu maddi yardıma karşılık Abdülhamit’ten Hayfa dâhil olmak üzere Akka sancağının Siyonistlere verilmesi için gerekli izni istiyordu. Herzl daha sonra konsolidasyon işinin Fransızlara bırakıldığını öğrenince bunun Abdülhamit’in ince bir politikası olduğunu anladı. Mali konularda padişahın tüm olumlu tutumlarına rağmen Osmanlılar Herzl’in isteklerini yine reddetti ve böylece Herzl bir daha gelmemek üzere Türkiye’den ayrıldı. Osmanlılarla anlaşamamasının sebebi konsolidasyon ile kolonizasyon projelerinin birlikte değerlendirilmesi, birincisinde göstereceği gayretlere karşılık padişahtan ikincisini istemeseydi. Oysa Osmanlı pekiştirme ile kolonizasyonu iki ayrı konu olarak görüyordu.
         Sultan Abdülhamit de zaten Herzl’i Siyonist lider olarak değil Osmanlı borçlarını üzerine alacak Musevi bankerlerle arasındaki teması sağlayacak bir arabulucu olarak huzuruna kabul etmişti.(16)
         Nitekim Herzl ile Osmanlılar arasındaki diplomatik çabalar sona erdikten sonra 2.Abdülhamit’le anlaşabileceklerine dair umutlarını yitirmişlerdi. Bundan dolayı İngiliz hükümetinin Siyonistlerin bu diplomatik yenilgisinin ardından Uganda’yı vatan olarak göstermeleri Siyonist örgütünde fikir ayrılıklarına neden oldu. Ancak 1904’te Herzl’in ani ölümü Siyonist örgütünde Siyon âşıkları Herzl’in diplomatik çabalarının hiçbir yarar getirmediğini söyleyerek kolonizasyona yönelik çabaların artırılmasını dile getirdi. Bundan sonra Örgütün başına Herzl’e nazaran daha ılımlı bir isim olan Wolffsohn seçildi. Bundan sonra Musevi bankerlerin gayretleriyle Filistin’e yoğun bir şekilde Yahudi kolonileri yerleştirilmeye başlandı. Fakir Yahudi aileler geniş maddi imkânlarla Filistin’e kolonizatör olarak yerleştirildi. Wolffsohn 1907’de İstanbul’a geldi ve Babıâli’ye bir plan sundu. Herzl’e göre daha ılımlı bir plan olmasına rağmen kabul edilmedi fakat iyi niyet göstergesi olarak Siyonistlere İstanbul’da banka açma hakkı verildi. İngiliz-Lövanten Bankacılık anonim şirketleri kuruldu. Başına Beyrut’taki İngiliz-Filistin bankasının müdürü jacobson getirildi. Siyonistler bundan sonra bu bankayı Osmanlı imparatorluğunun başkentindeki temsilcileri olarak gördüler ve bütün diplomatik ilişkilerini jacobson ile yürütmeye başladılar.(17)
         Bu arada Ortadoğu’da İngilizlerin desteği ve himayesinde gelişen bir Arap milliyetçiliği söz konusuydu. Gayrimüslim Arapların başını çektiği bu hareketin altyapısını bölgede açılan Protestan okulları hazırlamıştır. Organize Arap milliyetçiliği Abdülhamit’in tahta çıkışından bir yıl öncesine rastlamaktadır. Bu fikrin temelinde Osmanlı ve Türk karşıtlığı vardı. Dolayısıyla Osmanlı orta doğuda hem Siyonizm, hem de Arap milliyetçiliğiyle mücadele etmek zorunda kalacaktı.
         Filistin’de Musevi kolonizasyonuna Arapların tepkisi sert olmuştur. Her ne kadar dini duyguların etkisiyle sorun ortaya çıkmışsa da sonuçta tek tanrılı dinin ve ortak peygamberlerin olması Arap halkının Siyonistlere düşman olması için yeterli değildi. Araplar yüzyıllardan beri Filistin’de Musevilerle beraber yaşamışlardı. Filistin’de yaşayan ve adeta Araplaşmış olan bu Museviler Seferad soyundandı.(İspanya ve Portekiz göçmeni) Avrupa Musevilerine ise Aşkenazi adı veriliyordu. Filistin’deki Yahudi aleyhtarlığı Seferad cemiyetine değil Aşkenazilere karşı ortaya çıkan bir hareketti. Ne antisemitizmden ne de Siyonizm’den Seferadlar ilk aşamada etkilenmemişlerdir.
         Siyonist göçmenler Avrupa’da antisemitizmin etkisinde kaldıklarından Araplarla iyi ilişkiler kuramıyorlardı. Yerleştikleri bölgelerdeki insanların kültür ve adetlerini bilmiyorlardı. Geldikleri yerdeki kültürlerini uygulamaya kalkınca bu, Doğu-Batı kültür çatışmasına dönüştü.
         Filistin e yerleşen Yahudilerin ticari hayata müdahaleleri hem köylüleri hem de ticaretle uğraşanları tedirgin etmeye başlamıştı Avrupa dan dan gelirken maddi açıdan güçlü olmaları burada hızla toprak elde etmelerini sağlamıştı. Tarımda Avrupa’nın tekniğini uygulamaları tarımı hızla tekellerine almalarını sağlamıştı. Bu durumda rahatsız olan Filistinliler Osmanlıya mektup yazarak Yahudi göçünün derhal durdurulmaması halinde Filistin de kendilerinin yaşam haklarının kalmayacağını padişaha bildirmişlerdi. Bu aşamadan sonra 2.Abdülhamit Filistin e olan göçün durdurulması ve hızla azalan Müslüman nüfusunu artırmak için çeşitli önlemler alamaya başladı. Bu aşamada imzalanan Berlin anlaşmasıyla Rusya’nın zulmünden kaçan Müslüman Çerkezleri Filistin e yerleştirmişti(18).Bundan sonra Filistin’e gelenlere padişahın emriyle pasaportlara vize verilmemesi gündeme gelmiştir. Artık Osmanlı Devleti günün şartları gereği geleneksel Millet Anlayışından taviz vermeye başlamıştır.2.Abdülhamit Filistin e yerleşecek olan muhacirlerin kendi milletimizden ve kendi dinimizden insanlar olması gereğini belirtmesi bunun en bariz örneğidir. Özellikle Siyonizm fikrinin artık tehditkâr bir tavır almasında ve ilişkilerini artık diplomasinin ötesine geçip Siyonistlerin Osmanlı muhalifleriyle ortak hareket etmesi durumu daha sert tedbirler almaya zorlamıştır.2.Abdülhamit’in Duhuliye Nizamlarını çıkarması bunun ürünüdür.
         Bütün bu tedbirler Osmanlının iç tedbirleri sınıfında yer alsa da asıl Siyonizm ile mücadele Harici planda olmuştur. Antisemitizmin Almanya da doğmasına karşın Siyonistlere en büyük desteğin Almanlarda olması Osmanlıyı şaşırtmıştır.2.Abdülhamit Almanya ile diplomatik ilişkiye geçip Almanya’nın amacını anlamaya çalışmıştır.2.Willheim ile görüşen padişah Almanya’nın Yahudi ırkına bakışını, lanetli bir millet olduğunu ve topraklarında çıkmaları için Yahudilerin devlet kurmalarının bir sakıncası olmadığını öğrendi ve Almanları Siyonizm’e verdikleri desteği geri çekmelerini sağladı(19). Bu diplomatik bir mucizeydi çünkü Almanların desteğini geri çektiğini öğrenen Rusya da Siyonizm’e verdikleri desteği geri çekmiştir. En başından beri Fransa’nın Siyonizm’e karşı olumsuz bir tavrı vardı bu tavır Dreyfus davasıyla doruğa çıkmıştı.
   Diplomatik girişimlerden kısa zamanda sonuç alınmaya başlanmıştı. Bu mücadele ışığında padişah Amerika’ya kadar uzanmış ve orada Müslüman lider Muhammed Webb ile temasa geçip(Ali Ferruh Bey) Amerikan hükümetine ve ermeni lobisine de etki etmeyi başarmıştı.(20)
     Padişah Avrupa basınına da etki etmek için çok çalıştı ancak kendi muhaliflerinin (Jön Türkler) ve Siyonist grupların gücünü aşamadığında basını etkili bir biçimde kullanabildiğini söyleyemeyiz.2.Abdülhamit’in bu diplomatik zekâsı karşısında bocalayan Siyonist gruplar Avrupa’da Abdülhamit muhalifleriyle diyaloga geçip, Padişah muhaliflerinin güçlenmesine katkı sağlamaya başlamışlardı. Bunu fark eden Abdülhamit İstanbul’da ki mason localarını mercek altına aldığında kendi muhaliflerinin de bu locaların içinde olduğunu ve bağlantılarının sarayın içine kadar uzandığını görüp bu locaların varlığıyla Osmanlı varlığını bir arada olamayacağını anladı. Artık bu aşamadan sonra Siyonist örgütlerle Osmanlı bürokrasisi arasındaki mücadele gün yüzüne çıkmıştı(21). Abdülhamit içte ve dışta Siyonizm’e karşı organize bir mücadele sürdürüyordu. Abdülhamit muhaliflerinin Osmanlı mülkünde bir devlet kurmak isteyen Siyonistlerle güç birliği yapması Osmanlı “aydın”larının kafa karışıklığını göstermesi bakımından önemlidir.
         Bundan sonra Siyonistler için temel hedef Abdülhamit’in tahttan indirilmesiydi. Bu hedef için gerektiğinde muhaliflerle işbirliği yapılacaktı. Siyonist lider Theodor Herzl bu tarihi kararı şöyle dile getiriyor: “Bir tek plan aklıma geliyor. Sultan’a karşı bir kampanya açmalı, bu iş için de sürgün edilmiş prensler ve Jön Türklerle temas kurmalı.”
         2.Abdülhamit’in uygulamış olduğu “istibdat tedbirleri”yle susturulan muhalif sesler Abdülhamit karşıtı güçlerin desteğiyle artık gür bir şekilde çıkmaya başlamıştı. Eğitimde Batı’yı yakalamaya çalışan Abdülhamit, kendi kurduğu Batı tarzı eğitim kurumlarından yetişen “Genç Türkler” (Jön Türkler) önce Avrupa’da sonra da yurtiçinde örgütlenmişlerdi. Avrupa’da Siyonist örgütlenmeden yüklü miktarda maddi destek alarak Abdülhamit karşıtı fikirlerini Avrupa da seslendiriyor, bunun etkisi hem Avrupa da hem Türkiye’de ciddi manada hissedilir duruma gelmişti. Jön Türkler daha sonra İttihat ve Terakki adı altında örgütlenip Paris, Cenevre, Kahire merkezlerinin yanı sıra imparatorluğun muhtelif yerlerinde ve imparatorluk dışında kalan birçok ülkede şube açmışlardı(22). Zamanla çığ gibi büyüyen bu hareket ciddi bir muhalif unsur haline gelmişti. Böylesine ciddi yapılanmış organize muhalif bir hareketi Siyonistlerin kendi hesaplarına kullanmaması düşünülemezdi. Arzı-mevduda kuracakları milli bir İsrail devleti için önlerinde bulunan en büyük engelin tahttan indirilmesine İttihat ve Terakkiyle ortak çıkarları söz konusuydu.31 Mart olayının 2.Abdülhamit’i tahttan indirmek için tertiplendiğini, bunun maddi, siyasi ve gerekli kamuoyu desteğinin Siyonist gruplarca sağlandığını söyleyebiliriz.31 Mart olayı 2.Abdülhamit’in tahttan indirilip siyaset sahnesinden çekilmesiyle sonuçlanmıştır.

Siyonizm Nedir?


Antisemitizme karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan Siyonizm, temelde dini değerlere bağlı olan ve Siyon’a yani İsrail Devleti’ne giden yolu ifade ediyordu.
Siyonizm felsefesine göre Nil’den Fırat’a kadar olan bölge Tanrı tarafından vaat edilmiştir(arz- Mevud).
         Siyonizm de aynı Osmanlıcılık gibi çok öncelerinden bilinmesine rağmen teorize edilmemişti. Öyle ki dini ayinlerde Siyon figürü her zaman vardı. Din adamları Mesih’in Siyon’a dönünce geleceğini belirtiyordu. Bu kavramı teorize edenlerden biri de Moses Hess’dir. Rome und Jerusalem” adlı eserinde bu konudaki görüşlerini dile getirmiştir.(s.11)Hess önceleri Yahudiliğin “ihtiyaçlara cevap veremediğini” düşünüyordu. Daha sonraları ise fikri bir dönüşüm geçirip Yahudiliğin bir ırk olduğunu savundu(m.k. ö s.26).Bu ve bu bağlamdaki fikirleriyle denilebilir ki Hess Siyonizm’i teorize edenlerin başında geliyor.
         Siyasi literatüre Siyonizm’i sokan isim Rus Yahudi’si Nathan Birnbaum dur.(12)Birnbaum’un çıkardığı “Kendi kendine kurtuluş” adlı derginin 1 Nisan 1890 tarihli sayısında Siyonizmin, Musevileri Filistin’e yerleştirmek amacını güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasi parti örgütünün kurulması olarak anlaşıldığını dile getirmiştir.
         Leib Pinsker(1821–91) devlete giden yolda kolonizasyon fikrini savunmuş, bu doğrultuda önemli çalışmalar yapmıştır. Siyon Âşıkları(Hoveve Zion) kolonizasyonun öncelikli konu olduğunu savunmuştur. Yahudi toplulukları arasında örgütlenmiş ve 1884’de kongresini toplamıştı(m.k. ö s.28).Bu örgüt daha sonra değinileceği gibi (s.16)Dünya Siyonist Kongresi’ne katılacak ve Herzl’in liderliğini kabul edecek; örgütün “kolonizasyon kanadını oluşturacaktı.
Artık bu aşamadan sonra antisemitizme karşı mücadele edip kendilerini ifade edebilecekleri fikri ve kurumsal altyapıya sahip olmuşlardır. Antisemitizmdeki Yahudi aleyhtarlığı ne kadar bağnaz ve katı ise Siyonizm’deki Yahudi ırkının üstünlüğü ve ayrıcalığı fikri de o kadar katı ve bağnazdı.
Dünya’da artık –özellikle 19.yüzyılda- antisemitizm ve Siyonizm mücadelesi siyasi literatürde çok geniş yer almıştır. Siyonizm hareketinin fikri temelleri belirlendikten sonra artık mali ve siyasi boyutunun yapılandırılması gündeme gelmiştir.
         Yahudiler yaşadıkları ülkelerin ticari gücünü ellerinde bulundurdukları için bu sistemin mali altyapısını oluşturmakta pek zorlanmamışlardır. Çünkü o dönemde Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaşayan Yahudi bankerler, madenciler ve iş adamlarının büyük kısmı Siyonizm fikrini benimsemişlerdi. Bundan dolayı her türlü yardımı yapmaya hazırlardı. Yalnızca problem, bu fikri temsil eden liderlerin bulunmayışıydı. Siyonizmin temsildeki eksiklerini gidermek için Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl Yahudi liderler ve iş adamlarıyla görüşerek bu hareketin mali ve siyasal altyapısının hazırlanmasını sağlanmıştır. Herzl bu ikisi arasındaki dengeyi kurmayı başarmıştır. Artık dünyada Siyonizmin temsilcisi Theodor Herzl’in olduğu bütün herkes tarafından kabul edilmiştir. Yaptığı ilk iş bütün Yahudi liderlerini 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde toplayarak bir Dünya Siyonist örgütünün kurulmasına zemin hazırlamak olmuştur. Basel, Yahudilerin organize bir şekilde bir araya gelip, ortak gaye etrafında, geniş katılımlı ilk istişare grubudur. Burada alınan kararlar siyasi Siyonizmin idealleri için gereken altyapının oluşturulması ve uygulanmasını sağlamıştır. Bu toplantıdan sonra Herzl’in liderlik konusunda eli güçlenmiştir.
Artık Siyonistler Herzl’i milli vatana giden yolda tek liderleri olarak görüyorlardı. Musevilerin kendilerince kutsal saydıkları Filistin topraklarında(vaat edilmiş topraklarda) İsrail devleti kurma çabalarının Osmanlı’nın hasta adam olarak nitelendirildiği bir döneme rastlaması hedeflerinin çok da ütopik olmadığını gösteriyordu. O dönemin koşullarında Osmanlı imparatorluğu Duyunu Umumiye’ye olan borcundan dolayı maddi darboğaz içindeydi. Aynı zamanda da içerde de siyasal karışıkların olduğu bir dönemdi. Herzl, Osmanlının mali ve siyasi istikrarsızlığından istifade ederek Filistin’e Yahudi kolonizatörlerinin yerleştirilmesi ve orada arazi alınabilmesi için Osmanlı ile diplomatik ilişkilere girmeye karar verdi. Böyle bir taleple direkt diplomatik ilişkilere girmesi sıkıntı yaratacağından 2.Abdülhamit’in hafiyesi Polonyalı gazeteci Newlinski (13) aracılığıyla Abdülhamit’le görüşmek istediğini belirtti. Bu zamana kadar siyasi ve mali hazırlıklarını tamamlamıştı. Bu kapsamda ünlü banker Rotschild ile görüşerek destek istemişti. Ancak Rotschild Herzl’in hiyerarşisine karşı çıkmasına rağmen daha sonra Siyonizm’e destek veren en büyük iş adamı olmuştur. Herzl her ne kadar Siyonizm’i temsilde problem yaşamasa da örgütteki farklı gruplarda büyük fikir ayrılıkları vardı. Mesela Siyon Âşıkları dünya Siyonist örgütünden önce kurulmuş bir kolonizasyon örgütüydü. Ancak daha sonra Herzl’in karizmatik kişiliğinde Siyonist örgütüne katılmışlardı. Bunlar “önce kolonizasyon sonra diplomasi” diyordu. Ancak Herzl’in önceliği diplomasiydi ve kolonizasyonu ikinci aşama olarak görüyordu. Siyon Âşıkları ve Herzl arasındaki fikir ayrılığına rağmen Siyonizmin kendine Theodor Herzl’i temsilci olarak seçmesine kadar Filistin’de kolonizasyon hareketi vardı, Siyonistler Filistin’e yerleşmeye başlamışlardı. Bunun çok gerekli olduğuna inanıyorlardı. Zira ilerdeki diplomatik çabalara zemin hazırlayacağını düşünüyorlardı. Herzl ise bunlara karşıt olarak diplomatik girişimlerin birinci planda olmasını istiyordu. Ama bu fikir ayrılığına rağmen Herzl’le birlikte hareket etmişlerdir.
         1898 Ağustos’unda yine İsviçre’nin Basel kentinde yapılan ikinci kongrede Siyonistler örgütün maddi sorunlarını tartıştılar ve örgütün iktisadi politikasını yürütecek bir bankanın kurulmasına karar verdiler. Yahudi Müstemleke Vakfı adıyla kurulan bu banka 2 milyon sterlinle çalışmalarına başladı. Bu banka 1903’te sermayesi 100 milyon sterlin olan “İngiliz-Filistin” şirketini kurdu(14).Bu şirket çeşitli şubeler açarak Yahudi kolonizatörlerinin her türlü toprak alımlarıyla ilgilenmeye başladı. Filistin’de Musevi kültürünü yaymaya ve yaşatmaya çalışma çabasına giriştiler. Herzl, artık Yahudilerin kendilerini uluslar arası politikada kabul ettirmesi için diplomatik manevralara başlamıştı.

Arthur Koestler Kimdir?


Budapeşte doğumlu bir Macar Yahudisi. Öncelikle edebiyat alanındaki eserleriyle tanınır. '31de  Alman Komünist Partisine katılmış daha sonra İngiltereye göç etmek zorunda kalmıştır. Aktif siyasete uzun süre devam etti.

Yahudiliğin kayıp kabilesi olarak Hazar Türklerini gösteren Koestler, akademik çevrelerde "Yahudi nörozu" adlı teziyle tanınır. 

Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik adlı eserinde meseleyi şöyle ele alıyor:
  • "Yahudi kimliği bu kimliğin temelini teşkil eden Tevrat'ın öngördüğü seçilmiş Yahudi toplumu inancı ile tarih içinde dünyanın dört bir köşesine yayılan Yahudi toplulukların serencamı arasındaki ilginç bir bileşkeden oluşur. 
    Bu bileşke, kimi zaman uzlaşmaz tezatları, kimi zaman da son derece kaynaşmış katı iç oluşumları beraberinde getirmiştir. Tevrat'ın öğretisi doğrultusunda teorik olarak kendini seçilmiş ve dünyayı yönetme ayrıcalığına sahip yegâne etnik grup olarak gören Yahudilerin son iki bin beş yüzyıllık tarihi realite içinde sürekli tahkir edilen, sürülen, dağınık bir toplum tecrübeleri yaşamış olmaları Arthur Koestler'in 'Yahudi Nörozu' olarak nitelediği toplum psikolojisini ortaya çıkaran temel unsurdur"

12 Kasım 2012 Pazartesi

Antisemitizm ve Yahudi Düşüncesi


Antisemitizm karşısında Yahudi düşüncesinin Oluşumu    
           
            Antisemitizme karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan Siyonizm, temelde dini değerlere bağlı olan ve Siyon'a yani İsrail Devleti'ne giden yolu ifade ediyordu. Siyonizm düşüncesi, Nil'den Fırat'a kadar olan bölgenin Tanrı tarafından Yahudi toplumuna vaat edildiğini öngörüyordu. (Arz-ı Mevud)



            Antisemitizmin, Siyonizmin ve binnetice Yahudi milli kimliğinin ortaya çıkmasını Prof. Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik adlı kitabından hülasa edelim: 

"Yahudi kimliği bu kimliğin temelini teşkil eden Tevrat'ın öngördüğü seçilmiş Yahudi toplumu inancı ile tarih içinde dünyanın dört bir köşesine yayılan Yahudi toplulukların serencamı arasındaki ilginç bir bileşkeden oluşur. 
Bu bileşke, kimi zaman uzlaşmaz tezatları, kimi zaman da son derece kaynaşmış katı iç oluşumları beraberinde getirmiştir. Tevrat'ın öğretisi doğrultusunda teorik olarak kendini seçilmiş ve dünyayı yönetme ayrıcalığına sahip yegâne etnik grup olarak gören Yahudilerin son iki bin beş yüzyıllık tarihi realite içinde sürekli tahkir edilen, sürülen, dağınık bir toplum tecrübeleri yaşamış olmaları Arthur Koestler'in 'Yahudi Nörozu' olarak nitelediği toplum psikolojisini ortaya çıkaran temel unsurdur." 

Gerçekten de Musevi toplumu Mısır'dan çıkarıldıktan sonra hep zulüm görmüş çok kötü şartlarda yaşamaya mahkûm edilmiştir. Yaşadıkları toplumla bütünleşmelerine izin verilmemiş; toplumdan soyutlanarak gettolara hapsedilmişlerdir. Bu, onların kendi aralarındaki dayanışmanın ve manevi bağların kuvvetlenmesinde çok önemli rol oynamıştır. Gettolarda yerelliği yaşarken dünya görüşleri ve idealleriyle dünyaya hükmetmek istiyorlardı. Devam edelim: 

"Yahudi toplum psikolojisinde Yahudi teolojisinin öngördüğü seçilmiş millet dogması ile sosyal realitedeki diğer toplumların hâkimiyeti altında yaşamanın getirdiği azınlık psikolojisi arasındaki gidiş gelişin ortaya çıkardığı kimlik Koestler'in deyimiyle kendine özgü bir 'anormallikler' bileşkesi doğurmuştur. Sosyolojik ve psikolojik anormallikler ve çelişkileri en iyi tahlil eden düşüncelerin Yahudilerden çıkmış olmasında da tarih içinde yoğrula yoğrula pekişmiş bu birikimin önemli bir payı olsa gerek." 

Yerellik-evrensellik idea-realite gibi çelişkilerle yoğrulan Yahudi toplumunun psikolojisi de çelişkiler üzerine bina edilmiş. Mazlumu oynayan İsrail bir yandan Filistin halkını gettolara hapsediyor bir yandan da insanlarının güvenliğinin tehdit altında olduğunu savunuyor. Toplumlar da fertler gibi bilinç ve bilinçaltına sahip. Okumaya devam edelim; Ahmet Davutoğlu bu psikolojinin esaslarını aktarıyor: 

"Tarihi serencamın oluşturduğu bu psikoloji, Yahudileri birbiriyle bağlantılı üç temel gayenin etrafında bütünleştirmiştir. 

1- Farklı toplum realiteleri ve siyasi konjonktür içinde varlığını idame 

2- Muhtemel tehlikeler karşısında her an taşınabilir-mobil- bir güç oluşturma 

3- Bu gücü teorik seçilmiş toplumun misyonu doğrultusunda kullanma." 

Siyasi konjonktür içinde varlığını sürdürme nedir? Devletlerin rejimleri ne olursa olsun ülkenin özel durumuna göre hâkimiyet sahaları kurulması. Bunun dışında taşınılabilir bir güç. Yani gerektiğinde söz konusu ülkeyi kaosa sürükleyebilecek bir hâkimiyet alanı(mobil güç). Bu, ülkenin şartlarına göre finansal, politik, sosyal veyahut daha farklı bir başlık olabilir. ABD'deki Yahudi lobisinin etkinliğini biliyoruz. 

"Bu üç gaye de Tevrat'ın öngördüğü dünya görüşü açısından tam bir sosyal meşruiyet kazanmıştır. Kendisini diğer toplumlardan farklı misyona sahip üstün bir topluluk olarak diğer bazı milletlerde de müşahede edildiği gibi dünya görüşü ile sosyal realite arasında kurulan bu meşruiyet ilişkisi Yahudi toplumuna azınlık oldukları dönemlerde direnme, güç sahibi oldukları dönemlerde mutlak anlamda hükmetme becerisi kazandırmıştır." 

Yahudi ırkının üstünlüğü Tevrat'a dayandırılmıştır. Bunun dışında "Latin zekâsı karşısında incinen Alman gururu" kurtuluşu Arya düşüncesinde bulmuş ve buna sosyal meşruiyet bulmak için köklerini Hind'de arama gayreti içerisine girmiştir. Düşüncenin sosyal meşruiyet kazanması uygulanabilmesi için çok önemli bir adım. Köklerini bir mite dayama gayreti Cumhuriyetimizin ilk yıllarında da göze çarpıyor. 

"Farklı toplumlar içinde varlığını idame ettirme ve tarihi misyonu gerçekleştirme çabası Yahudi bireyin psikolojisinde yerellik ve evrensellik arasında bir gerilim alanı doğurmuştur. Ortaçağ boyunca bu çağların getirdiği yerellik içinde gettolarda sıkışmış iken bir yerellik yaşayan Yahudiler aynı zamanda gelecekte seçilmiş millet olarak kuracakları evrensel hâkimiyet idealini yaşatmaya çalışmışlardır. Yahudi toplumun varlık sebebi olan dini öğreti hem yerelliğin, hem de evrenselliğin Yahudi toplum psikolojisinde çelişik ama vazgeçilmez unsurlar olarak nesilden nesile aktarılmasını sağlamıştır." 

Yahudiler gettolarında sefalet içinde yaşarken gelecekte kuracakları hâkimiyeti düşünüyorlardı. İdealleri için çok çalıştılar. Tezatlardan bir bütün oluşturdular. Aşkenazi, Sefardim; Rusyalı, Moldovalı, Almanyalı bir bütün oldu ve Yahudi toplumunu oluşturdu. Onları birleştiren neydi? Şüphesiz gettolarda yaşarken dahi beraberliklerini bozmamaları ve gelecekte kuracakları büyük devletin idealini yaşatmaları. Yahudilerin bu beraberlik ve kardeşlik düşüncesi ders alınması gereken bir husus. Ahmet Davutoğlu bundan sonra Yahudi düşüncesinin siyasi boyutunu ele alıyor. Okuyalım: 

Geçen yüzyıl içinde Yahudi aydınlanmasına ve Siyonizmin siyasi bir ideoloji olarak ortaya çıkışına öncülük eden şahsiyetlerin siyasi ve entelektüel serüvenleri bu çelişik ama toplumun misyonu itibariyle birbiriyle uzlaştırılmaya çalışılan özellikler açısından ilginç ipuçları vermektedir. Mesela sosyalizmin insanları tek tek eşit bireyler olarak ele alan evrensel ideolojisine önemli katkılarda bulunmuş Moses Hess'in aynı zamanda etnik temelli Siyonist ideallerin öncüsü olması Yahudi bireyindeki evrensellik ile yerellik arasındaki çatışmanın yol açtığı şahsiyet bölünmesinin en güzel misalidir.1835 yılında günlüğüne 'ne Yahudileri bir arada toplayabilen ne de dini ihtiyaçları karşılayabilen Musevi şeriatı ölmüştür, gerçek anlamda evrensel din Hıristiyanlıktır.' Diye yazan Moses Hess 1862 yılında yazdığı Roma ve Kudüs adlı eserinde Yahudi meselesinin ancak kutsal toprakların yeniden düzenlenerek Yahudilerin burada yerleşmesi ile çözülebileceğini söyleyerek modern siyonizmin kurucusu olmuştur. Evrensel sosyalist ideolojinin gelişmesi doğrultusunda Marx'ı da etkilemiş olan Hess tam bir yerellik ürünü olan siyasi siyonizmin kurucusu olurken yine bir Yahudi olan Marks insanların tam eşitliğini savunan evrensel komünizmin kurucusu olmuştur." 

Yahudi düşüncesindeki çelişkiler Yahudi düşünürleri de etkilemiş. Antisemitizmin bir sonucu olarak gettolarda yaşamak zorunda bırakılan Yahudi toplumu tam bir yerellik yaşamıştır. Bu yerellik antisemitizme bir tepki olarak Siyonist düşünceye zemin hazırlamıştır. Siyonizm yerellik düşüncesiyle hazırlanmış ancak tüm dünyayı etkileyecek kadar evrensel bir hal almıştır. Bunun dışında, bir Yahudi olan Marx da tüm insanların eşit olduğunu ve eşit imkânlara sahip olması gerektiğini, evrenselliği savunmuştur. Yahudi toplumunun iç çelişkileri aynı toplumdan hem evrensel hem yerel veya her ikisini de ihtiva eden düşüncelerin çıkmasına neden olmuştur. 

"Yahudi kişiliğinde entelektüel düzeyde görülen bu çatışma siyasi tavırda da kendini göstermiştir. Avrupa'daki anti-semitik saldırılar karşısında barışçıl ve evrensel mesajlar veren Yahudiler, Ortadoğu coğrafyasında aynı saldırgan yöntemleri benimseyen bir siyasi tavrı kendi içlerinde meşru kılabilmişlerdir.1982 yılındaki Lübnan işgalinde Hıristiyan güçlerle birlikte Sabra ve Şatilla kamplarında Filistinli çocuk ve kadınları öldüren Yahudi askerler muhtemeldir ki Nazi kamplarında soykırıma tabi tutulan insanların çocukları idiler." 

"Godkiller"ı "Adüvvallah" a dönüştüren nedir? Bugün meydanlarda "İsrail Adüvvallah" diye bağıran Müslümanlar gerçekten antisemit bir tutum mu sergilemektedirler? İslam'ın Yahudiliğe düşman olduğu söylenebilir mi? Nazizm faciası "mazlum" İsrail'in "zulmünü" aklamak için yeterli mi? İsrail Nazilerin yaptığı soykırımın intikamını neden İslam'dan alıyor? İlla bir husumet aranacaksa bu Hıristiyanlıktadır. Antisemitizm Hıristiyanların genlerine işle(n)miştir. Hz. İsa'yı çarmıha gerdiklerinden "Godkiller" yani Tanrı katili diye anılmışlardır. Hıristiyan toplumuna entegre olmalarına izin verilmemiş toplumdan soyutlanarak gettolara mahkûm edilmişlerdir. İsrail bunun acısını neden Gazze'den çıkarıyor? Gazze'nin herhangi bir Ortaçağ gettosundan ne farkı var? Gazze'ye örülen duvarlar Yahudi zihniyetinin kendini Dünya'dan soyutladığı duvarlar gibi. Avrupalılardan gördükleri zulmün intikamını İslam Dünyası'ndan alıyor. Avrupa antisemitizmi İslam'a ve Müslümanlara ihraç etmek istiyor. Antisemitizm ve Antisiyonizmi aynı potada eriterek İslam Dünyası'nda büyük bir Yahudi karşıtlığı oluşturmak istiyor. Yahudi karşıtlığıyla Siyonist karşıtlığı aynı şey midir? Şüphesiz hayır. Ancak bu iki kavram arasındaki ince çizgiyi çok iyi ayırt etmemiz lazım. Zira Avrupa'nın son ihraç metaı bu. Antisemitizm İslam Dünyasını bekleyen önemli sorunlardan biri. Ahmet Davutoğlu bundan sonra ise Siyonizm'deki üstün ırk mitini açıklıyor: 

"Etnik üstünlük ve seçilmişlik dogmasını nesilden nesile aktaran toplumlarda bu ikili tavrın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu dogma bu toplumları zayıf oldukları dönemde başka toplumların baskıları karşısında mağdur ve barışsever, güçlü olduklarında ise hâkim ve baskıcı kılabilmektedir. Benzer bir çelişki Hint yarımadasında tam bir etnik üstünlük dogması ile kast sistemini kuran Ari ırkının tecrübesinde de görülebilir. Bu dogmanın dini bir temel ile meşru kılınmış olması çelişkiyi daha da bariz kılmaktadır. İnsanoğlunun aynı anne ve babadan (Âdem ve Havva) geldiği inancı ile Beni İsrail'in seçilmişliği ve tarihi misyonu inancını aynı potada mezcetmeye çalışan Yahudi öğretisi biyoloji ile tarihi karşı karşıya getirmektedir. Nazizmin etnik ideolojisine karşı insanoğlunun eşit olduğu fikrini mizah ile ortaya koymaya çalışan Şarlo------- ile Filistin'de acımasız bir etnik arınma gerçekleştiren Yahudi liderler aynı geleneğin ürünüdürler. Bu geleneğin tarih içindeki dönüşümlerini ortaya koymadan İsrail'in bugünkü Ortadoğu realitesi içindeki yerini Barış Sürecinin içindeki yerini ve Barış Sürecinin bu çerçeve içindeki anlamını kavramak mümkün değildir." 

Üstün ırk miti ne kadar gerçekçi? Âdem ve Havva kıssasını anlatan Tevrat'tan nasıl olur da bir kısım toplulukların diğerlerinden üstün olduğu hükmü çıkarılabilir? Madem ki bütün insanlar aynı anne-babadan gelmiştir; öyle ise Yahudi ırkını üstün yapan nedir? Kendinden farklı olanları insandan saymayan bir düşünce elbette ki antipati uyandırır. Irkçılık hangi düşüncede olursa olsun yanlışlıklarla ve haksızlıklarla dolu bir akımdır.Antisemitizmdeki Yahudi aleyhtarlığı ne kadar bağnaz ve katı ise Siyonizm'deki Yahudi ırkının üstünlüğü ve ayrıcalığı fikri de o kadar katı ve bağnazdı. 

"Yahudi tarihi Babil sürgününden İsrail'in kurulmasına kadar bir sürgün ve azınlık tarihidir. Yahudi kimliği ve toplum psikolojisinin oluşmasında bu tarihin önemli bir payı vardır. Özellikle 1179 yılındaki 3.Lateran Konsili'nin Yahudilerle birlikte yaşamaya cüret eden Hıristiyanların aforoz edileceğine karar vermesi getto sisteminin dini temelini oluşturdu. Yahudileri şehrin diğer kesimlerinden duvarlarla ayrılmış bölgelerde yaşamaya zorlayan ve bu bölgelerden çıkışı ancak belli zamanlarda özel izinlere bağlayan bu sistem hem antisemitizmi hem de Siyonizm'i besleyen sosyal bir temel oluşturmuştur. Yaşadıkları bu tecrübe Yahudileri bir taraftan Kehillot adı verilen kuvvetli iç organizasyonlara, diğer taraftan muhtemel tehlikelere karşı güvenli ve bankerlik gibi hareket kabiliyeti yüksek ekonomik alanlara yöneltti."(X) 

Yahudiler yerel ama evrensel bir hâkimiyet kurmak için rejimi ne olursa olsun her ülkede hâkimiyet kurmak için ülkenin finansal ve siyasal yapısını ele aldı. Örneğin borsa. Böyle manevra kabiliyeti yüksek alanlar ülkedeki hâkimiyeti pekiştirmek için önemli bir etken oluşturdu.