1-II. Abdülhamit Dönemi’nde Filistin Meselesi
Sultan II. Abdülhamit zamanında, Yahudilerin Filistin’e olan göç çabaları hızlanmıştı.
Çünkü o zamanlar imparatorluk ekonomik olarak zor durumdaydı. 1881 yılında yabancıların borçlarını tahsil etmek için kurulan Duyun-u Umumiye, Osmanlı Devleti’nin tüm gelirlerin kontrol ediyor ve önemli bir kısmına el koyuyordu. Aslında bu durum, ulusal egemenlik ve bağımsızlık açısından kabul edilemezdi. Yahudi cemaatinin önde gelenleri padişahın içinde bulunduğu bu mali krizin farkındaydı ve sultana dış borçların ödenmesi konusunda yardım teklif ettiler. Birçok kez İstanbul’a gelen ve Avrupa’daki Osmanlı bonolarının ödenmesi için yardım önerenlerin başında Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl gelmekteydi.
Theodor Herzl 1886 ile 1892 yılları arasında beş defa İstanbul’u ziyaret etti. Fakat çabaları zaman kaybından başka bir şey değildi. Ne Osmanlı yöneticilerinden ne de Sultan II. Abdülhamit’in kendisinden herhangi bir cevap alamadı. Daha sonra Newlinski ve Herzl, Filistin’de Yahudi yerleşim yerlerinin açılması konusunda Abdülhamit’i ikna edebilmek için birlikte hareket etme kararı aldılar. Abdülhamit için Polonya’da muhbirlik yapan Newlinski, Herzl ve sultan arasında bir elçi gibi hareket ediyordu. Newlinski Herzl ile görüştükten sonra İstanbul’a giderek, Filistin’de oluşturulacak Yahudi yerleşim merkezleri karşılığında sultana 20.000.000 pound önerdi. Fakat beklendiği gibi Abdülhamit bu cömert teklifi elinin tersiyle itti.
Sultanın cevabı oldukça net ve açıktı. Hiçbir surette, Filistin’de Yahudi yerleşim merkezleri oluşturulamazdı.(15)
Padişah, Herzl’e iletmesi için Newlinski’ye şunları söyler:
”Eğer Bay Herzl senin, benim arkadaşım olduğu gibi arkadaşım ise, ona söyle, bu meselede ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere savaş meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar, Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.”
Abdülhamit’in bu cevabı karşısında Herzl, Osmanlının Filistin’i vermesi karşılığında Avrupa basın hayatında önemli nüfuzu olan Musevileri seferber ederek Ermenilerin sultan Hamit’e karşı giriştikleri karalama kampanyasını susturabileceklerini, hatta Batı kamuoyunu Türkler lehine çevirebileceklerini iddia ediyordu. Osmanlı devletinin mali zorluklar ve iktisadi darboğaz içinde olduğunu gören Herzl Abdülhamit’i ikna edebilmek için 2.bir yol olarak Türkiye’ye bir takım maddi hizmetlerde bulunmayı önerdi.
Daha sonra 1901’de Yıldız’da 2.Abdülhamit’in huzuruna çıktı ve ona batılı güçlerin Osmanlı’yı boyunduruk altında tutabilmek için ekonomik kalkınmayı engellediklerini ama bütün madenlerde ve petrol yataklarında kendi çıkarlarını düşünerek kendi devletlerini zengin ettiklerini belirtti. Avrupa’nın bu ticari becerisinin de tamamen Musevi zekasının ve kabiliyetinin sonucu olduğunu, eğer kendilerinin Filistin’e yerleşmeleri kabul edildiği takdirde Osmanlı maliyesini batının vesayetinden kurtarıp devlet-i Aliye yi kalkındıracak iktisadi hamlelerin gerçekleştirilmesini sağlayabilirlerdi.2.Abdülhamit Herzl’i dikkatlice dinledikten sonra Osmanlı borçlarının konsolide edilmesi için bir plan hazırlamasını söyledi.1 ay sonra Herzl Sultan Hamit’e bu planı hazırlayıp sundu. Buna göre birkaç yıl içerisinde Musevi bankerlerin Avrupa borsalarındaki tüm Osmanlı borçlanma tahvillerini toplayabileceklerini yazdı. Ayrıca Türkiye’de ziraat, endüstri ve ticaret hayatını geliştirebilecek bir Osmanlı-Musevi şirketinin kurulmasını teklif etti. Bu çalışmalara başlanmasınının tek şartı ise padişahın Musevilerin Filistin’e yerleşme ve özerk idare kurma hakkını tanımasıydı. Fakat 2.Abdülhamit’in cevabı yine ret olmuştur.
2.Abdülhamit’le görüşmesinin üzerinden bir yıl geçmeden Londra’da bir telgraf alan Herzl acele olarak İstanbul’a çağrılmaktaydı. Hemen İstanbul’a gelen Herzl Mabeyin 2.kâtibi izzet paşa ile görüştü. İzzet paşa 2.Abdülhamit’in imparatorluğun kapılarını Musevi göçmenlere açmaya hazır olduğunu söyledi. Ancak göçmenler Osmanlı uyruğuna geçmeyi baştan kabul ve beyan edeceklerdi. Bu takdirde Musevilere Filistin dışında herhangi bir yerde kolonizatörlük hakkı verilecekti. Buna karşılık Siyonistler bir sendika kurmak suretiyle Osmanlı borçlarını konsolide edecek; halen var olan ve bundan sonra da bulunacak olan tüm madenlerin işletilmesini üzerlerine alacaklardı. Filistinsiz bir imtiyazı geri çeviren Herzl sultan Hamit’in bu önerilerinin Osmanlı borçları için Musevileri harekete geçirmeye yeterli olmadığını belirterek İstanbul’dan ayrılmıştır. Aynı yılın Temmuz ayında Herzl tekrar Londra büyükelçisiyle görüşür. Büyükelçi Antapulos paşa 2.Abdülhamit’in şifahi mesajını iletir. Siyonist liderine Osmanlı borçlarının tasfiyesi için Fransızlarla anlaşmak üzere olduklarını fakat Yahudilerin daha iyi koşullar sunabilecekleri halde bu projeyi onlara havale edebileceklerini söyledi. Buna karşılık padişahın eski geleneği de olsa Yahudilerden adalet ve himayesini esirgemeyecekti. Bu mesajı alan Herzl yeniden bir pekiştirme raporu hazırladı. Bu rapora göre Musevi bankerler Osmanlı borçlarının birikmiş faizlerinin ödenmesi için 1,5 milyon sterlini temin etmek üzere olduklarını bildiriyordu. Ayrıca Musevi bankerlerin bir şirketler birliği oluşturarak 30 milyon sterlin tutarındaki Osmanlı borçlanma tahvillerini borsadan toplayacaklardı. Böylece Osmanlı batının alacaklarının mengenesinden kurtulacak, siyasal baskı görmeyerek tam bağımsızlığına kavuşacaktı. Bu maddi yardıma karşılık Abdülhamit’ten Hayfa dâhil olmak üzere Akka sancağının Siyonistlere verilmesi için gerekli izni istiyordu. Herzl daha sonra konsolidasyon işinin Fransızlara bırakıldığını öğrenince bunun Abdülhamit’in ince bir politikası olduğunu anladı. Mali konularda padişahın tüm olumlu tutumlarına rağmen Osmanlılar Herzl’in isteklerini yine reddetti ve böylece Herzl bir daha gelmemek üzere Türkiye’den ayrıldı. Osmanlılarla anlaşamamasının sebebi konsolidasyon ile kolonizasyon projelerinin birlikte değerlendirilmesi, birincisinde göstereceği gayretlere karşılık padişahtan ikincisini istemeseydi. Oysa Osmanlı pekiştirme ile kolonizasyonu iki ayrı konu olarak görüyordu.
Sultan Abdülhamit de zaten Herzl’i Siyonist lider olarak değil Osmanlı borçlarını üzerine alacak Musevi bankerlerle arasındaki teması sağlayacak bir arabulucu olarak huzuruna kabul etmişti.(16)
Nitekim Herzl ile Osmanlılar arasındaki diplomatik çabalar sona erdikten sonra 2.Abdülhamit’le anlaşabileceklerine dair umutlarını yitirmişlerdi. Bundan dolayı İngiliz hükümetinin Siyonistlerin bu diplomatik yenilgisinin ardından Uganda’yı vatan olarak göstermeleri Siyonist örgütünde fikir ayrılıklarına neden oldu. Ancak 1904’te Herzl’in ani ölümü Siyonist örgütünde Siyon âşıkları Herzl’in diplomatik çabalarının hiçbir yarar getirmediğini söyleyerek kolonizasyona yönelik çabaların artırılmasını dile getirdi. Bundan sonra Örgütün başına Herzl’e nazaran daha ılımlı bir isim olan Wolffsohn seçildi. Bundan sonra Musevi bankerlerin gayretleriyle Filistin’e yoğun bir şekilde Yahudi kolonileri yerleştirilmeye başlandı. Fakir Yahudi aileler geniş maddi imkânlarla Filistin’e kolonizatör olarak yerleştirildi. Wolffsohn 1907’de İstanbul’a geldi ve Babıâli’ye bir plan sundu. Herzl’e göre daha ılımlı bir plan olmasına rağmen kabul edilmedi fakat iyi niyet göstergesi olarak Siyonistlere İstanbul’da banka açma hakkı verildi. İngiliz-Lövanten Bankacılık anonim şirketleri kuruldu. Başına Beyrut’taki İngiliz-Filistin bankasının müdürü jacobson getirildi. Siyonistler bundan sonra bu bankayı Osmanlı imparatorluğunun başkentindeki temsilcileri olarak gördüler ve bütün diplomatik ilişkilerini jacobson ile yürütmeye başladılar.(17)
Bu arada Ortadoğu’da İngilizlerin desteği ve himayesinde gelişen bir Arap milliyetçiliği söz konusuydu. Gayrimüslim Arapların başını çektiği bu hareketin altyapısını bölgede açılan Protestan okulları hazırlamıştır. Organize Arap milliyetçiliği Abdülhamit’in tahta çıkışından bir yıl öncesine rastlamaktadır. Bu fikrin temelinde Osmanlı ve Türk karşıtlığı vardı. Dolayısıyla Osmanlı orta doğuda hem Siyonizm, hem de Arap milliyetçiliğiyle mücadele etmek zorunda kalacaktı.
Filistin’de Musevi kolonizasyonuna Arapların tepkisi sert olmuştur. Her ne kadar dini duyguların etkisiyle sorun ortaya çıkmışsa da sonuçta tek tanrılı dinin ve ortak peygamberlerin olması Arap halkının Siyonistlere düşman olması için yeterli değildi. Araplar yüzyıllardan beri Filistin’de Musevilerle beraber yaşamışlardı. Filistin’de yaşayan ve adeta Araplaşmış olan bu Museviler Seferad soyundandı.(İspanya ve Portekiz göçmeni) Avrupa Musevilerine ise Aşkenazi adı veriliyordu. Filistin’deki Yahudi aleyhtarlığı Seferad cemiyetine değil Aşkenazilere karşı ortaya çıkan bir hareketti. Ne antisemitizmden ne de Siyonizm’den Seferadlar ilk aşamada etkilenmemişlerdir.
Siyonist göçmenler Avrupa’da antisemitizmin etkisinde kaldıklarından Araplarla iyi ilişkiler kuramıyorlardı. Yerleştikleri bölgelerdeki insanların kültür ve adetlerini bilmiyorlardı. Geldikleri yerdeki kültürlerini uygulamaya kalkınca bu, Doğu-Batı kültür çatışmasına dönüştü.
Filistin e yerleşen Yahudilerin ticari hayata müdahaleleri hem köylüleri hem de ticaretle uğraşanları tedirgin etmeye başlamıştı Avrupa dan dan gelirken maddi açıdan güçlü olmaları burada hızla toprak elde etmelerini sağlamıştı. Tarımda Avrupa’nın tekniğini uygulamaları tarımı hızla tekellerine almalarını sağlamıştı. Bu durumda rahatsız olan Filistinliler Osmanlıya mektup yazarak Yahudi göçünün derhal durdurulmaması halinde Filistin de kendilerinin yaşam haklarının kalmayacağını padişaha bildirmişlerdi. Bu aşamadan sonra 2.Abdülhamit Filistin e olan göçün durdurulması ve hızla azalan Müslüman nüfusunu artırmak için çeşitli önlemler alamaya başladı. Bu aşamada imzalanan Berlin anlaşmasıyla Rusya’nın zulmünden kaçan Müslüman Çerkezleri Filistin e yerleştirmişti(18).Bundan sonra Filistin’e gelenlere padişahın emriyle pasaportlara vize verilmemesi gündeme gelmiştir. Artık Osmanlı Devleti günün şartları gereği geleneksel Millet Anlayışından taviz vermeye başlamıştır.2.Abdülhamit Filistin e yerleşecek olan muhacirlerin kendi milletimizden ve kendi dinimizden insanlar olması gereğini belirtmesi bunun en bariz örneğidir. Özellikle Siyonizm fikrinin artık tehditkâr bir tavır almasında ve ilişkilerini artık diplomasinin ötesine geçip Siyonistlerin Osmanlı muhalifleriyle ortak hareket etmesi durumu daha sert tedbirler almaya zorlamıştır.2.Abdülhamit’in Duhuliye Nizamlarını çıkarması bunun ürünüdür.
Bütün bu tedbirler Osmanlının iç tedbirleri sınıfında yer alsa da asıl Siyonizm ile mücadele Harici planda olmuştur. Antisemitizmin Almanya da doğmasına karşın Siyonistlere en büyük desteğin Almanlarda olması Osmanlıyı şaşırtmıştır.2.Abdülhamit Almanya ile diplomatik ilişkiye geçip Almanya’nın amacını anlamaya çalışmıştır.2.Willheim ile görüşen padişah Almanya’nın Yahudi ırkına bakışını, lanetli bir millet olduğunu ve topraklarında çıkmaları için Yahudilerin devlet kurmalarının bir sakıncası olmadığını öğrendi ve Almanları Siyonizm’e verdikleri desteği geri çekmelerini sağladı(19). Bu diplomatik bir mucizeydi çünkü Almanların desteğini geri çektiğini öğrenen Rusya da Siyonizm’e verdikleri desteği geri çekmiştir. En başından beri Fransa’nın Siyonizm’e karşı olumsuz bir tavrı vardı bu tavır Dreyfus davasıyla doruğa çıkmıştı.
Diplomatik girişimlerden kısa zamanda sonuç alınmaya başlanmıştı. Bu mücadele ışığında padişah Amerika’ya kadar uzanmış ve orada Müslüman lider Muhammed Webb ile temasa geçip(Ali Ferruh Bey) Amerikan hükümetine ve ermeni lobisine de etki etmeyi başarmıştı.(20)
Padişah Avrupa basınına da etki etmek için çok çalıştı ancak kendi muhaliflerinin (Jön Türkler) ve Siyonist grupların gücünü aşamadığında basını etkili bir biçimde kullanabildiğini söyleyemeyiz.2.Abdülhamit’in bu diplomatik zekâsı karşısında bocalayan Siyonist gruplar Avrupa’da Abdülhamit muhalifleriyle diyaloga geçip, Padişah muhaliflerinin güçlenmesine katkı sağlamaya başlamışlardı. Bunu fark eden Abdülhamit İstanbul’da ki mason localarını mercek altına aldığında kendi muhaliflerinin de bu locaların içinde olduğunu ve bağlantılarının sarayın içine kadar uzandığını görüp bu locaların varlığıyla Osmanlı varlığını bir arada olamayacağını anladı. Artık bu aşamadan sonra Siyonist örgütlerle Osmanlı bürokrasisi arasındaki mücadele gün yüzüne çıkmıştı(21). Abdülhamit içte ve dışta Siyonizm’e karşı organize bir mücadele sürdürüyordu. Abdülhamit muhaliflerinin Osmanlı mülkünde bir devlet kurmak isteyen Siyonistlerle güç birliği yapması Osmanlı “aydın”larının kafa karışıklığını göstermesi bakımından önemlidir.
Bundan sonra Siyonistler için temel hedef Abdülhamit’in tahttan indirilmesiydi. Bu hedef için gerektiğinde muhaliflerle işbirliği yapılacaktı. Siyonist lider Theodor Herzl bu tarihi kararı şöyle dile getiriyor: “Bir tek plan aklıma geliyor. Sultan’a karşı bir kampanya açmalı, bu iş için de sürgün edilmiş prensler ve Jön Türklerle temas kurmalı.”
2.Abdülhamit’in uygulamış olduğu “istibdat tedbirleri”yle susturulan muhalif sesler Abdülhamit karşıtı güçlerin desteğiyle artık gür bir şekilde çıkmaya başlamıştı. Eğitimde Batı’yı yakalamaya çalışan Abdülhamit, kendi kurduğu Batı tarzı eğitim kurumlarından yetişen “Genç Türkler” (Jön Türkler) önce Avrupa’da sonra da yurtiçinde örgütlenmişlerdi. Avrupa’da Siyonist örgütlenmeden yüklü miktarda maddi destek alarak Abdülhamit karşıtı fikirlerini Avrupa da seslendiriyor, bunun etkisi hem Avrupa da hem Türkiye’de ciddi manada hissedilir duruma gelmişti. Jön Türkler daha sonra İttihat ve Terakki adı altında örgütlenip Paris, Cenevre, Kahire merkezlerinin yanı sıra imparatorluğun muhtelif yerlerinde ve imparatorluk dışında kalan birçok ülkede şube açmışlardı(22). Zamanla çığ gibi büyüyen bu hareket ciddi bir muhalif unsur haline gelmişti. Böylesine ciddi yapılanmış organize muhalif bir hareketi Siyonistlerin kendi hesaplarına kullanmaması düşünülemezdi. Arzı-mevduda kuracakları milli bir İsrail devleti için önlerinde bulunan en büyük engelin tahttan indirilmesine İttihat ve Terakkiyle ortak çıkarları söz konusuydu.31 Mart olayının 2.Abdülhamit’i tahttan indirmek için tertiplendiğini, bunun maddi, siyasi ve gerekli kamuoyu desteğinin Siyonist gruplarca sağlandığını söyleyebiliriz.31 Mart olayı 2.Abdülhamit’in tahttan indirilip siyaset sahnesinden çekilmesiyle sonuçlanmıştır.