Çengelköy Tarihi
Çengelköy; boğaziçinin Anadolu yakasında Beylerbeyi ile Vaniköy arasındaki koyun çevresinde ve ardındaki yamaca kurulu, yeşillikler içinde, birçok yalısı hala ayakta duran, boğaz köprüsünü tam karşısına alan Üsküdar`a bağlı bir semttir.Bahçelievler, Emek, Güzeltepe, Hasippaşa, Havuzbaşı, Kuleli, Mehmet Akif Ersoy olmak üzere 7 mahallesi vardır. Ortalama nüfüsu 140.000 `dir.
Bol yeşilliğinden dolayı havası temizdir. Asırlık ağaçlarıyla, yeşilini muhafaza edebilmiş az semtlerdendir. Aynı zamanda boğazın en kirli denizine sahip kıyılardır. Fakat bu kıyılardan, birinci boğaz köprüsü ve tam arkasındaki tarihi yarım ada çok net bir şekilde görülebilir.
Rivayete göre bizans dönemindeki adı "Sophianae" dir ve adının İmparator Justinien`in karisi Sophia icin yaptirdigi saraydan geldiği söylenir. Osmanlı döneminde ise, gemi çapaları burada yapıldığı için buraya Çengelköy denmiş.
17.yy`da Çengelköy, Üsküdar`dan sonra İstanbul kıyılarının en büyük kasabasıydı. Evliya Çelebi`ye göre ,bu yüzyılda Çengelköy` de muhteşem bir saray ve hasbahçenin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerinin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane[seksonhane] vardı. Bu dönemde Çengelköy`ün nüfusunun büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyordu. Zengin Rumlar, kıyı boyunca yalılara yerleşmişlerdi.
Burada büyük bir Pazar kayığı iskelesi vardı. Bu kayıklarla hergün kente buradaki sebze- meyve bahçelerinden mallar gönderiliyor, karşılığında büyük kentin pazarından kasabanın gereksindiği mallar getiriliyordu. Özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanlar da bu kayıklarla gidip geliyorlardı. Bu dönemde kasabanın büyükçe bir çarşısının da olduğu bilinmektedir.
18.yy başı Osmanlı İmparatorluğu tarihinin dönüm noktasıdır. Lale Devri başlamıştır ve bu dönemde Çengelköy büyük bir gelişme göstermiştir. Semt bu tarihlerde, eskiden olduğu gibi halen ormanlarla çevrilidir. Aynı zamanda, bu tarihlerde ihtiyaçlara göre, Pazar kayığı iskelesi büyütülmüştür ve daha çok işlerlik kazanmıştır. Çarşı kasabanın iç taraflarında bulunmaktadır. Gerideki yamaçlarda tarlalar ve bağlar bulunur. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri hızla Çengelköy kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır.
19. yy başlarında ise Ermeniler hızla azalmaya başlamıştır. Yabancı uyruklu ailelerin yerlerini Türk Osmanlı aileler almaya başlamışlardır.
28 Ağustos 1832`de Çengelköy`de büyük bir yangın çıkmıştır. Çarşıda bir rumun dükkanında başlayan yangın, 20 dükkan ve 80 evi yakmıştır. II.Mahmut felaketzedelere 15 bin kuruş (yaklaşık 1,5 milyar) yardımda bulunmuştur.
19.yy`ın ikinci yarısında Çengelköy, önceki dönemden daha değişik bir görüntü vermeye başlamıştır. Herşeyden önce artık sahil boyunca gemiler, iskelede bekleyenler yeni yeni görülmeye başlanmıştır. Köprü burdan yaklaşık 4 mil uzaktadır. Vapur seferleri sayesinde insanlar Pazar kayıklarını daha az kullanmaya başlamışlardır.
Bu dönemde Çengelköy büyümüş ve 3 kısma ayrılmıştır ; Asıl Çengelköy, Yukarı mahalle ve Setüstü mahallesi. Balıkçılık gelişmiş, sebze- meyve üretimi artmıştır. Denizlerin üzerlerine, kadın ve erkekler için ayrı ayrı yapılmış deniz hamamları inşaa edilmiştir. Abdülmecit zamanında yapılan karakol binası oldukça güzel bir binadır. Önünde iki tane çeşme vardır.
20.yy da rejimin değişmesiyle devlet yöneticileri kıyılardaki yalılarından çıkmak zorunda kalmıştır.
Çengelköy görüldüğü gibi her dönemde kıymetli bir semt olmuştur. Yerli halkı sıcaktır. Kıyı boyunca, aralarına yabancıların girmesine izin vermemişler, sonradan gelenler tepelere yerleşmek zorunda kalmıştır. Fakat aşağılardaki yozlaşmış yapılaşma yukarı yamaçlarda yoktur. Çünkü yukarı çıkıldıkça tipik Türk evleri görülmeye başlanır.
Küçük ama yoğun bir çarşıya sahiptir. Bahçesinde asırlık çınar ağacı bulunan "Çınaraltı"yla, yeşiliyle, boğaz manzarasıyla, muhteşem yalılarıyla, sıcak insanlarıyla Çengelköy İstanbul`un en güzel semtlerinden biridir.
Çengelköy; boğaziçinin Anadolu yakasında Beylerbeyi ile Vaniköy arasındaki koyun çevresinde ve ardındaki yamaca kurulu, yeşillikler içinde, birçok yalısı hala ayakta duran, boğaz köprüsünü tam karşısına alan Üsküdar`a bağlı bir semttir.Bahçelievler, Emek, Güzeltepe, Hasippaşa, Havuzbaşı, Kuleli, Mehmet Akif Ersoy olmak üzere 7 mahallesi vardır. Ortalama nüfüsu 140.000 `dir.
Bol yeşilliğinden dolayı havası temizdir. Asırlık ağaçlarıyla, yeşilini muhafaza edebilmiş az semtlerdendir. Aynı zamanda boğazın en kirli denizine sahip kıyılardır. Fakat bu kıyılardan, birinci boğaz köprüsü ve tam arkasındaki tarihi yarım ada çok net bir şekilde görülebilir.
Rivayete göre bizans dönemindeki adı "Sophianae" dir ve adının İmparator Justinien`in karisi Sophia icin yaptirdigi saraydan geldiği söylenir. Osmanlı döneminde ise, gemi çapaları burada yapıldığı için buraya Çengelköy denmiş.
17.yy`da Çengelköy, Üsküdar`dan sonra İstanbul kıyılarının en büyük kasabasıydı. Evliya Çelebi`ye göre ,bu yüzyılda Çengelköy` de muhteşem bir saray ve hasbahçenin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerinin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane[seksonhane] vardı. Bu dönemde Çengelköy`ün nüfusunun büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyordu. Zengin Rumlar, kıyı boyunca yalılara yerleşmişlerdi.
Burada büyük bir Pazar kayığı iskelesi vardı. Bu kayıklarla hergün kente buradaki sebze- meyve bahçelerinden mallar gönderiliyor, karşılığında büyük kentin pazarından kasabanın gereksindiği mallar getiriliyordu. Özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanlar da bu kayıklarla gidip geliyorlardı. Bu dönemde kasabanın büyükçe bir çarşısının da olduğu bilinmektedir.
18.yy başı Osmanlı İmparatorluğu tarihinin dönüm noktasıdır. Lale Devri başlamıştır ve bu dönemde Çengelköy büyük bir gelişme göstermiştir. Semt bu tarihlerde, eskiden olduğu gibi halen ormanlarla çevrilidir. Aynı zamanda, bu tarihlerde ihtiyaçlara göre, Pazar kayığı iskelesi büyütülmüştür ve daha çok işlerlik kazanmıştır. Çarşı kasabanın iç taraflarında bulunmaktadır. Gerideki yamaçlarda tarlalar ve bağlar bulunur. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri hızla Çengelköy kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır.
19. yy başlarında ise Ermeniler hızla azalmaya başlamıştır. Yabancı uyruklu ailelerin yerlerini Türk Osmanlı aileler almaya başlamışlardır.
28 Ağustos 1832`de Çengelköy`de büyük bir yangın çıkmıştır. Çarşıda bir rumun dükkanında başlayan yangın, 20 dükkan ve 80 evi yakmıştır. II.Mahmut felaketzedelere 15 bin kuruş (yaklaşık 1,5 milyar) yardımda bulunmuştur.
19.yy`ın ikinci yarısında Çengelköy, önceki dönemden daha değişik bir görüntü vermeye başlamıştır. Herşeyden önce artık sahil boyunca gemiler, iskelede bekleyenler yeni yeni görülmeye başlanmıştır. Köprü burdan yaklaşık 4 mil uzaktadır. Vapur seferleri sayesinde insanlar Pazar kayıklarını daha az kullanmaya başlamışlardır.
Bu dönemde Çengelköy büyümüş ve 3 kısma ayrılmıştır ; Asıl Çengelköy, Yukarı mahalle ve Setüstü mahallesi. Balıkçılık gelişmiş, sebze- meyve üretimi artmıştır. Denizlerin üzerlerine, kadın ve erkekler için ayrı ayrı yapılmış deniz hamamları inşaa edilmiştir. Abdülmecit zamanında yapılan karakol binası oldukça güzel bir binadır. Önünde iki tane çeşme vardır.
20.yy da rejimin değişmesiyle devlet yöneticileri kıyılardaki yalılarından çıkmak zorunda kalmıştır.
Çengelköy görüldüğü gibi her dönemde kıymetli bir semt olmuştur. Yerli halkı sıcaktır. Kıyı boyunca, aralarına yabancıların girmesine izin vermemişler, sonradan gelenler tepelere yerleşmek zorunda kalmıştır. Fakat aşağılardaki yozlaşmış yapılaşma yukarı yamaçlarda yoktur. Çünkü yukarı çıkıldıkça tipik Türk evleri görülmeye başlanır.
Küçük ama yoğun bir çarşıya sahiptir. Bahçesinde asırlık çınar ağacı bulunan "Çınaraltı"yla, yeşiliyle, boğaz manzarasıyla, muhteşem yalılarıyla, sıcak insanlarıyla Çengelköy İstanbul`un en güzel semtlerinden biridir.
Bizans dönemi
Çengelköy’ün Bizans döneminde dini merkez niteliği ağır basan bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Justinien bugünkü Çamlıca ve Çakal Dağı eteklerinden doğup denize akan Bekar Dere ağzındaki koya, eşi Sophia’nın anısını sonsuzlaştırmak için Sophiani Limanı adını vermekle kalmamış içinde bulunduğu aşırı dinsel heyecanı ile buraya yine Aziz Mikhael ve Aziz Theosyus adlarına kiliseler yaptırmıştır. Daha sonraki Aya Pania Kilisesi de bunlara eklenebilir. 18. yüzyılda buradaki Aya Yorgi Kilisesi’nin tamir edildiğini görüyoruz. Bizans’ın bu bölgeye verdiği önemi bugünkü Havuzbaşı mevkiinde yaptıkları saraydan, set bahçelerden ve büyük bir havuzdan da anlayabiliriz.
Bu yıllarda Çengelköy civarı liman olarak kullanılsa da daha sonraları gemilerin demir parçaları büyük ihtimalle de köye adını verdiği rivayet edilen gemi demiri işleri yapıldığı sanılmaktadır.
Çengelköy’ün Bizans döneminde dini merkez niteliği ağır basan bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Justinien bugünkü Çamlıca ve Çakal Dağı eteklerinden doğup denize akan Bekar Dere ağzındaki koya, eşi Sophia’nın anısını sonsuzlaştırmak için Sophiani Limanı adını vermekle kalmamış içinde bulunduğu aşırı dinsel heyecanı ile buraya yine Aziz Mikhael ve Aziz Theosyus adlarına kiliseler yaptırmıştır. Daha sonraki Aya Pania Kilisesi de bunlara eklenebilir. 18. yüzyılda buradaki Aya Yorgi Kilisesi’nin tamir edildiğini görüyoruz. Bizans’ın bu bölgeye verdiği önemi bugünkü Havuzbaşı mevkiinde yaptıkları saraydan, set bahçelerden ve büyük bir havuzdan da anlayabiliriz.
Bu yıllarda Çengelköy civarı liman olarak kullanılsa da daha sonraları gemilerin demir parçaları büyük ihtimalle de köye adını verdiği rivayet edilen gemi demiri işleri yapıldığı sanılmaktadır.
Osmanlı Dönemi
Çengelköy, Osmanlı hükümdarları için en gözde sayfiye ve av yerlerinden olmuştur. 17. yüzyılda iki padişah, IV. Murad ve IV. Mehmed özellikle Çengelköy ile ilgilenmişlerdir. Av merakı meşhur olan Sultan IV. Mehmed için Çengelköy ormanları iyi bir av sahası idi. Avlanmak dışında, Beylerbeyi’ne doğru uzanan Istavroz Bahçesi’ne de düşkün olan padişahlar Çengelköy ile birlikte anılan meyveler için de buralara gelirlermiş. Padişahların tamamına yakını lüks ve saltanat içinde yaşamayı seven insanlarmış. Hemen hemen tüm bilgilerde padişahların özel bahçeler, havuzlar ve meyvalıklar yaptırdıklarını okuyoruz. Hatta padişahlar Çengelköy ’e özel meyva yeme turları düzenliyorlarmış.
Çengelköy’de İstanbul’un fethinden sonraki dönemlerde de hasbahçe yöresinde Rum kökenli aileler yaşıyordu. Kandilli ve Vaniköy’deki hasbahçelerle karşılaştırıldığında Çengelköy’deki bahçenin daha küçük olduğunu görüyoruz. Mevacip defterinde bahçenin adı Çengelköy’deki Kütel (küçük) Hasbahçesi olarak geçmekte. Hasbahçe özellikle IV. Murad zamanında geliştirilmiş. Bu bahçe içerisinde yer alan güzel ve bakımlı bir köşkte, Ege bölgesinde nüfuz sahibi olan İlyas Paşa isimli bir paşanın IV. Murad’ın emri ile kafasının kesildiği söylenir.
Çengelköy, Osmanlı hükümdarları için en gözde sayfiye ve av yerlerinden olmuştur. 17. yüzyılda iki padişah, IV. Murad ve IV. Mehmed özellikle Çengelköy ile ilgilenmişlerdir. Av merakı meşhur olan Sultan IV. Mehmed için Çengelköy ormanları iyi bir av sahası idi. Avlanmak dışında, Beylerbeyi’ne doğru uzanan Istavroz Bahçesi’ne de düşkün olan padişahlar Çengelköy ile birlikte anılan meyveler için de buralara gelirlermiş. Padişahların tamamına yakını lüks ve saltanat içinde yaşamayı seven insanlarmış. Hemen hemen tüm bilgilerde padişahların özel bahçeler, havuzlar ve meyvalıklar yaptırdıklarını okuyoruz. Hatta padişahlar Çengelköy ’e özel meyva yeme turları düzenliyorlarmış.
Çengelköy’de İstanbul’un fethinden sonraki dönemlerde de hasbahçe yöresinde Rum kökenli aileler yaşıyordu. Kandilli ve Vaniköy’deki hasbahçelerle karşılaştırıldığında Çengelköy’deki bahçenin daha küçük olduğunu görüyoruz. Mevacip defterinde bahçenin adı Çengelköy’deki Kütel (küçük) Hasbahçesi olarak geçmekte. Hasbahçe özellikle IV. Murad zamanında geliştirilmiş. Bu bahçe içerisinde yer alan güzel ve bakımlı bir köşkte, Ege bölgesinde nüfuz sahibi olan İlyas Paşa isimli bir paşanın IV. Murad’ın emri ile kafasının kesildiği söylenir.
Evliya Çelebi’den Çengelköy
17. yüzyıla kadarki dönem hakkında pek fazla kaynak olmamasına rağmen Çengelköy bu yüzyıldan sonra başta sadrazamların, padişahların olmak üzere, Boğaz’ın pitoresk değerini fark eden sanatçıların da gözde mekanlarından olmuştur. Evliya Çelebi bu dönemde Çengelköy için şunları yazmış:
“…Köy leb-i deryada olup arka tarafı bağlı bahçeli hiyabanlardır ki tavsifinden dil acizdir. Ahalisinin çoğu Rum’dur. İslamları azdır. Lakin sarayları, bahusus içindeki Hasbahçe gayet mükelleftir. Tumturaklı, revnaklı (renkli, pırıl pırıl) bir bağ-ı iremdir. Fakat Allah-u alem bu bahçenin talihi Merih burcuna tesadüf etmiştir…Lakin köy mamur, şirin bir rıbte-i mahbube’dir (bağlayıcı güzel). Cümle tahtani, fevkani (üst katı olan), kagir binalı üç bin altmış kadar evleri vardır. Sahilinde bir de küçük cami vardır. Çarşısından geçilerek (İmparatorluk) İstavroz Bahçesi’ne gidilir.”
Evliya Çelebi’nin bahsettiği Rum ahali 1960’lara kadar köy nüfusunun çoğunluğunu oluşturmuştur. 3000 ev rakamı o tarihler için biraz abartılı gelse de 17. yüzyıl ortalarında Çengelköy’ün, Üsküdar’dan sonra bu kıyının en büyük yerleşimi olduğu unutulmamalı.
17. yüzyıla kadarki dönem hakkında pek fazla kaynak olmamasına rağmen Çengelköy bu yüzyıldan sonra başta sadrazamların, padişahların olmak üzere, Boğaz’ın pitoresk değerini fark eden sanatçıların da gözde mekanlarından olmuştur. Evliya Çelebi bu dönemde Çengelköy için şunları yazmış:
“…Köy leb-i deryada olup arka tarafı bağlı bahçeli hiyabanlardır ki tavsifinden dil acizdir. Ahalisinin çoğu Rum’dur. İslamları azdır. Lakin sarayları, bahusus içindeki Hasbahçe gayet mükelleftir. Tumturaklı, revnaklı (renkli, pırıl pırıl) bir bağ-ı iremdir. Fakat Allah-u alem bu bahçenin talihi Merih burcuna tesadüf etmiştir…Lakin köy mamur, şirin bir rıbte-i mahbube’dir (bağlayıcı güzel). Cümle tahtani, fevkani (üst katı olan), kagir binalı üç bin altmış kadar evleri vardır. Sahilinde bir de küçük cami vardır. Çarşısından geçilerek (İmparatorluk) İstavroz Bahçesi’ne gidilir.”
Evliya Çelebi’nin bahsettiği Rum ahali 1960’lara kadar köy nüfusunun çoğunluğunu oluşturmuştur. 3000 ev rakamı o tarihler için biraz abartılı gelse de 17. yüzyıl ortalarında Çengelköy’ün, Üsküdar’dan sonra bu kıyının en büyük yerleşimi olduğu unutulmamalı.
Çengelköy ve Kule
Kanuni Süleyman bugünkü Kuleli Askeri Lisesi’nin bulunduğu çevrede Cihannuma Kasrı veya Kule Kasrı olarak anılan bir kasır yaptırmıştır. 1650 senesindeki Boğaziçi’den bahseden Jean de Thevenot, dünyanın en güzel yerlerinden biri olarak kabul ettiği Boğaz ile sahil boyunca sıralanmış yalı ve bahçelerden söz ederken, bu mevkide gayet güzel bir kule olduğundan bahseder.
Çengelköy ile Vaniköy arasındaki bu kasrın her katında, Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, havuzlar ve birbiri ardına dizili çok sayıda oda bulunurdu. Kule bahçesinin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane (seksonhane) vardı. Ne yazık ki Sultan III. Ahmed zamanına gelindiğinde kasır harap olmuş bulunuyordu. Bir rivayete göre de Damat İbrahim Paşa, bu sarayın taşlarını Kağıthane’ye naklettirerek kendi sarayının inşasında kullanmıştır.
Eski yazarlar Çengelköy ’ün kirazı kadar ayvasının da ünlü olduğunu yazarlar. Bu meyveler büyük bir Pazar kayığı iskelesi ile kente gönderilir ve bu iskeleden yine köyün ihtiyaçları karşılanırdı. Bu iskele özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanların da ulaşımını sağlıyordu. Eski yazarların Fatih döneminden kaldığını söyledikleri Çengelköy Hacı Ömer Camii’nin bu sıralarda kurulmuş olması büyük ihtimal. Ayrıca bu dönemde Çengelköy Aya Yorgi Kilisesi de harap bir durumda olmakla beraber Rumların ibadetleri için kullanılmaktadır.
Kanuni Süleyman bugünkü Kuleli Askeri Lisesi’nin bulunduğu çevrede Cihannuma Kasrı veya Kule Kasrı olarak anılan bir kasır yaptırmıştır. 1650 senesindeki Boğaziçi’den bahseden Jean de Thevenot, dünyanın en güzel yerlerinden biri olarak kabul ettiği Boğaz ile sahil boyunca sıralanmış yalı ve bahçelerden söz ederken, bu mevkide gayet güzel bir kule olduğundan bahseder.
Çengelköy ile Vaniköy arasındaki bu kasrın her katında, Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, havuzlar ve birbiri ardına dizili çok sayıda oda bulunurdu. Kule bahçesinin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane (seksonhane) vardı. Ne yazık ki Sultan III. Ahmed zamanına gelindiğinde kasır harap olmuş bulunuyordu. Bir rivayete göre de Damat İbrahim Paşa, bu sarayın taşlarını Kağıthane’ye naklettirerek kendi sarayının inşasında kullanmıştır.
Eski yazarlar Çengelköy ’ün kirazı kadar ayvasının da ünlü olduğunu yazarlar. Bu meyveler büyük bir Pazar kayığı iskelesi ile kente gönderilir ve bu iskeleden yine köyün ihtiyaçları karşılanırdı. Bu iskele özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanların da ulaşımını sağlıyordu. Eski yazarların Fatih döneminden kaldığını söyledikleri Çengelköy Hacı Ömer Camii’nin bu sıralarda kurulmuş olması büyük ihtimal. Ayrıca bu dönemde Çengelköy Aya Yorgi Kilisesi de harap bir durumda olmakla beraber Rumların ibadetleri için kullanılmaktadır.
18. yüzyılda Çengelköy
18. yüzyılda Çengelköy, diğer boğaz köyleri gibi değişme ve gelişme sürecine girmiştir. Bu tarihler Lale Devri’ni yaşamakta olan İstanbul için de büyük savaşların ardından rahatlık ve gösterişli yaşam dönemidir. 1720 yılında Boşnak asıllı Kara İbrahim Paşa’nın oğlu Kaymak Mustafa Paşa kendi adına yanındaki çeşmesiyle birlikte bir cami ve güzel bir bahçe yaptırmıştır. Bu bahçenin o dönemdeki güzelliği dillere destandır. Kaymak Mustafa Paşa çeşmesi kitabesinde yazanları Kolağası Mehmed Raif, “Mir’at-ı İstanbul” adlı eserinde bakın nasıl aktarmıştır:
“Du-a-güy-ı kemine bende Asım dedi tarihin Bu vala çeşmeyi yaptı Kapudan Mustafa Paşa”
Paşa’nın Beylerbeyi sınırına yakın yerde yaptırdığı sahilsarayı özel bir isimle anılmakta: “Ferahabad Sahilsarayı”. Lale bahçeleri, havuzları, fıskiyeleri ile eşine az rastlanır bir sahilsarayı. Ancak bu dönemin bu görkemli yapılarına isim veren Kaymak Mustafa Paşa da III. Ahmed döneminin ünlü kişilerinden Damat İbrahim Paşa gibi Yeniçeriler tarafından öldürülecektir.
Ölümünden sonra da yaptırmış olduğu bahçe büyük olasılıkla yerleşime açılmıştır. Bu tarihlerde (1730-1755) I. Mahmud’un ara sıra konuk olduğu bilinen Küçük Ali Efendi Yalısı, Çengelköy sahilindeki yerindedir. Küçük Ali Efendi 1776’da vefat etmiş olan bir din adamı. Yalının izine de yüzyıl sonunu anlatan Bostancı Defterleri’nde rastlama imkanı yok. Bu dönemin önemli kişilerinden bir diğeri III. Ahmed’in kızı, ünlü tarihçi Süleyman İzzet Efendi’nin annesi Hatice Sultan. 1710’da doğan ve kısa yaşamını 1739’da sonlandıran Hatice Sultan’ın da Çengelköy sahilinde, iskelenin yanında kendi adıyla anılan bir yalısı var. Ancak 18. yüzyıl sonlarına doğru bu yalıyı da yerinde göremiyoruz.
Ayrıca bir zamanlar harap halde olmasına rağmen ibadete açık olan Çengelköy Ayios Yorgios Kilisesi’nin saraydan izinle yapılan onarımı da bu yüzyılda olmuştur. Yapılan bir diğer tamirat da I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan’ın, minber ve tuğladan minare ekleterek yaptırdığı Hacı Ömer Camii tamiratıdır. Saliha Sultan bazı evleri de camiye vakfettirmiştir. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri yoğun biçimde Beylerbeyi’ne yerleşmeye başlamışlar, bununla birlikte iskeleden Vaniköy’e doğru kıyı boyunca zengin Ermeni ailelerinin yalıları sıralanmıştır. Çarşı yine oldukça hareketlidir, pazar iskelesi büyütülmüş ve oldukça işlerlik kazandırılmıştır. Geri taraflarda Çengelköy’ün derin vadisindeki tarlaları ve bağları görüyoruz. 19. yüzyıl başında hazırlanan Bostancı Defterlerine göre Çengelköy sahilleri İstanbul’un zenginleri için, giderek önem kazanmaktadır.
18. yüzyılda Çengelköy, diğer boğaz köyleri gibi değişme ve gelişme sürecine girmiştir. Bu tarihler Lale Devri’ni yaşamakta olan İstanbul için de büyük savaşların ardından rahatlık ve gösterişli yaşam dönemidir. 1720 yılında Boşnak asıllı Kara İbrahim Paşa’nın oğlu Kaymak Mustafa Paşa kendi adına yanındaki çeşmesiyle birlikte bir cami ve güzel bir bahçe yaptırmıştır. Bu bahçenin o dönemdeki güzelliği dillere destandır. Kaymak Mustafa Paşa çeşmesi kitabesinde yazanları Kolağası Mehmed Raif, “Mir’at-ı İstanbul” adlı eserinde bakın nasıl aktarmıştır:
“Du-a-güy-ı kemine bende Asım dedi tarihin Bu vala çeşmeyi yaptı Kapudan Mustafa Paşa”
Paşa’nın Beylerbeyi sınırına yakın yerde yaptırdığı sahilsarayı özel bir isimle anılmakta: “Ferahabad Sahilsarayı”. Lale bahçeleri, havuzları, fıskiyeleri ile eşine az rastlanır bir sahilsarayı. Ancak bu dönemin bu görkemli yapılarına isim veren Kaymak Mustafa Paşa da III. Ahmed döneminin ünlü kişilerinden Damat İbrahim Paşa gibi Yeniçeriler tarafından öldürülecektir.
Ölümünden sonra da yaptırmış olduğu bahçe büyük olasılıkla yerleşime açılmıştır. Bu tarihlerde (1730-1755) I. Mahmud’un ara sıra konuk olduğu bilinen Küçük Ali Efendi Yalısı, Çengelköy sahilindeki yerindedir. Küçük Ali Efendi 1776’da vefat etmiş olan bir din adamı. Yalının izine de yüzyıl sonunu anlatan Bostancı Defterleri’nde rastlama imkanı yok. Bu dönemin önemli kişilerinden bir diğeri III. Ahmed’in kızı, ünlü tarihçi Süleyman İzzet Efendi’nin annesi Hatice Sultan. 1710’da doğan ve kısa yaşamını 1739’da sonlandıran Hatice Sultan’ın da Çengelköy sahilinde, iskelenin yanında kendi adıyla anılan bir yalısı var. Ancak 18. yüzyıl sonlarına doğru bu yalıyı da yerinde göremiyoruz.
Ayrıca bir zamanlar harap halde olmasına rağmen ibadete açık olan Çengelköy Ayios Yorgios Kilisesi’nin saraydan izinle yapılan onarımı da bu yüzyılda olmuştur. Yapılan bir diğer tamirat da I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan’ın, minber ve tuğladan minare ekleterek yaptırdığı Hacı Ömer Camii tamiratıdır. Saliha Sultan bazı evleri de camiye vakfettirmiştir. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri yoğun biçimde Beylerbeyi’ne yerleşmeye başlamışlar, bununla birlikte iskeleden Vaniköy’e doğru kıyı boyunca zengin Ermeni ailelerinin yalıları sıralanmıştır. Çarşı yine oldukça hareketlidir, pazar iskelesi büyütülmüş ve oldukça işlerlik kazandırılmıştır. Geri taraflarda Çengelköy’ün derin vadisindeki tarlaları ve bağları görüyoruz. 19. yüzyıl başında hazırlanan Bostancı Defterlerine göre Çengelköy sahilleri İstanbul’un zenginleri için, giderek önem kazanmaktadır.
Çengelköy’de ilk Yahudiler
Çengelköy’ün kalabalık ahalisinin çoğunluğunu Rumlar oluştururdu. Bazı zengin Yahudiler sahilde yalı sahibi olmuşlar ve bu arada Müslüman-Osmanlılar da buralara yerleşmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy’de yalı sahibi olan Küpelioğlu Salamon, uzun yıllar evvel İspanya’dan gelip Hasköy’e yerleştirilen ve bu arada zenginleşen bir aileden geliyordu, kışları Hasköy’de, yazları Çengelköy’deki yalısında geçirirmiş. Ayrıca Sultan IV. Mehmed tarafından 1676’da parası verilerek satın alınan bahçe, köşk ve Çakal Dağı sırtlarında bağlık da Salamon’un o dönemdeki mülklerindendi.
Çengelköy’ün kalabalık ahalisinin çoğunluğunu Rumlar oluştururdu. Bazı zengin Yahudiler sahilde yalı sahibi olmuşlar ve bu arada Müslüman-Osmanlılar da buralara yerleşmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy’de yalı sahibi olan Küpelioğlu Salamon, uzun yıllar evvel İspanya’dan gelip Hasköy’e yerleştirilen ve bu arada zenginleşen bir aileden geliyordu, kışları Hasköy’de, yazları Çengelköy’deki yalısında geçirirmiş. Ayrıca Sultan IV. Mehmed tarafından 1676’da parası verilerek satın alınan bahçe, köşk ve Çakal Dağı sırtlarında bağlık da Salamon’un o dönemdeki mülklerindendi.
Çengelköy’de Ermeniler
18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri’nin, hızlı bir şekilde Çengelköy kıyılarında yerleştikleri ve buralarda yalılar yaptırdıkları gözleniyor. Vaniköy sınırından Çengelköy iskelesine kadar olan yol boyuna, kıyı boyuna zengin Ermeni ailelerinin yalıları dizilmiş durumda. Darphane Sarrafı Kirkor, Şalcı Köçeoğlu Andon (ve Simon), Sırmakeş Artin, Çuhacı Mikel, Simkeş Osep, Aşçı Mardiros… Bu Ermeni ailelerinin hep sanatkar insanlar oluşu elbette gözden kaçmıyor. Marifetleri genellikle kuyumculuk, sarraflık, altın, gümüş ve para. Bu ailelerden bazıları daha sonraları devletin para işlerini yönetecek olan Galata Bankerleri haline geleceklerdir.
Osmanlı Ermenilerinin Çengelköy’e yerleşmesi 19. yüzyılın başlarında tersine dönmüş, Çengelköy’deki Ermeni ailelerinin sayısı hızla azalmaya başlamıştı. Bununla beraber Kapu Çuhadarı Ömer Ağa, Sadrazam Yusuf Paşazade Mahmud Bey, Sabık Mimar Tahir Ağa, Sadrazam Yusuf Ziya Paşa, Sadrazam Laz Ahmet Paşa aileleri Çengelköy’e yerleşmeye başlamış ve buradaki Türk-Osmanlı nüfusunda kayda değer bir artış gözlemlenmiştir. Bu arada iskelenin Beylerbeyi yönündeki sahil boyunda ise eskiden olduğu gibi Müslüman Osmanlıların, paşaların, devlet ve din adamlarının yalıları göze çarpıyor. Bu da gösteriyor ki Osmanlı’nın önde gelen kesimlerinin Çengelköy’e olan merakı hiçbir dönemde azalmamıştır.
18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri’nin, hızlı bir şekilde Çengelköy kıyılarında yerleştikleri ve buralarda yalılar yaptırdıkları gözleniyor. Vaniköy sınırından Çengelköy iskelesine kadar olan yol boyuna, kıyı boyuna zengin Ermeni ailelerinin yalıları dizilmiş durumda. Darphane Sarrafı Kirkor, Şalcı Köçeoğlu Andon (ve Simon), Sırmakeş Artin, Çuhacı Mikel, Simkeş Osep, Aşçı Mardiros… Bu Ermeni ailelerinin hep sanatkar insanlar oluşu elbette gözden kaçmıyor. Marifetleri genellikle kuyumculuk, sarraflık, altın, gümüş ve para. Bu ailelerden bazıları daha sonraları devletin para işlerini yönetecek olan Galata Bankerleri haline geleceklerdir.
Osmanlı Ermenilerinin Çengelköy’e yerleşmesi 19. yüzyılın başlarında tersine dönmüş, Çengelköy’deki Ermeni ailelerinin sayısı hızla azalmaya başlamıştı. Bununla beraber Kapu Çuhadarı Ömer Ağa, Sadrazam Yusuf Paşazade Mahmud Bey, Sabık Mimar Tahir Ağa, Sadrazam Yusuf Ziya Paşa, Sadrazam Laz Ahmet Paşa aileleri Çengelköy’e yerleşmeye başlamış ve buradaki Türk-Osmanlı nüfusunda kayda değer bir artış gözlemlenmiştir. Bu arada iskelenin Beylerbeyi yönündeki sahil boyunda ise eskiden olduğu gibi Müslüman Osmanlıların, paşaların, devlet ve din adamlarının yalıları göze çarpıyor. Bu da gösteriyor ki Osmanlı’nın önde gelen kesimlerinin Çengelköy’e olan merakı hiçbir dönemde azalmamıştır.
19. yüzyıl ve Büyük Yangın
28 Ağustos 1832 yılında Çengelköy Çarşısı’ndaki Kara İlya adlı bir Rum’un işyerinde başlayan yangın yirmi dükkan ve seksen evi yakarak büyük bir felaket yarattı. II. Mahmud bu felakete uğrayanlara hemen 15 bin kuruş yardım parası gönderdi. Şair Avni bu olay hakkında biraz da kendi şarap severliğinden de dem vurarak; “Meyhaneler yandı, zavallı sarhoşlar kendilerini ateşe atsınlar” anlamındaki dizeleri yazmıştır.
28 Ağustos 1832 yılında Çengelköy Çarşısı’ndaki Kara İlya adlı bir Rum’un işyerinde başlayan yangın yirmi dükkan ve seksen evi yakarak büyük bir felaket yarattı. II. Mahmud bu felakete uğrayanlara hemen 15 bin kuruş yardım parası gönderdi. Şair Avni bu olay hakkında biraz da kendi şarap severliğinden de dem vurarak; “Meyhaneler yandı, zavallı sarhoşlar kendilerini ateşe atsınlar” anlamındaki dizeleri yazmıştır.
1800’ lü yıllarda Çengelköy
İskele ve meydanı artık eskisine göre daha tertipli bu dönemde. Bunun sebeplerinden biri de 1849 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile birlikte daha önceden yapılan Boğaz vapur seferlerinin düzenli hale gelmesidir. İskele meydanında günümüzde de olduğu gibi kahveler, meyhaneler ve küçük gazinolar göze çarpmakta. Bu yüzyıl içerisinde gelişmeler daha hızlı olmakta ve yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy daha değişik görüntüler vermektedir. Artık sahilde Şirket-i Hayriye’nin vapurları sık sık göze çarpmakta ve daha az kişi pazar kayıklarını kullanmaktadır. Çengelköy büyümüş ve üç mahalleye bölünmüştür: Asıl Çengelköy, Yukarı Mahalle ve Setüstü Mahallesi. Ev sayısı 600’e çıkmış, bunların 320 tanesinde Müslüman Osmanlılar oturmakta. Artık namı tüm İstanbul ahalisince bilinen meyvelerin artan ticaretinin yanında balıkçılık da artmış. Vaniköy’den İskele’ye kadar uzanan dalyanlarda kılıç balığı avlanmakta.
Çengelköy meydanındaki Rum meyhaneleri de yavaş yavaş gazino olmaya başlamışlardır. Bu dönemin ilginç gelişmelerinden birisi de Stavros Vutares Efendi’nin Çengelköy’de bir basımevi kurarak Yunan dilindeki ilk modern ansiklopediyi, dokuz ciltten oluşan “Lexicon Historias Kai Geographyco”yu yayınlamasıdır.
İskele ve meydanı artık eskisine göre daha tertipli bu dönemde. Bunun sebeplerinden biri de 1849 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile birlikte daha önceden yapılan Boğaz vapur seferlerinin düzenli hale gelmesidir. İskele meydanında günümüzde de olduğu gibi kahveler, meyhaneler ve küçük gazinolar göze çarpmakta. Bu yüzyıl içerisinde gelişmeler daha hızlı olmakta ve yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy daha değişik görüntüler vermektedir. Artık sahilde Şirket-i Hayriye’nin vapurları sık sık göze çarpmakta ve daha az kişi pazar kayıklarını kullanmaktadır. Çengelköy büyümüş ve üç mahalleye bölünmüştür: Asıl Çengelköy, Yukarı Mahalle ve Setüstü Mahallesi. Ev sayısı 600’e çıkmış, bunların 320 tanesinde Müslüman Osmanlılar oturmakta. Artık namı tüm İstanbul ahalisince bilinen meyvelerin artan ticaretinin yanında balıkçılık da artmış. Vaniköy’den İskele’ye kadar uzanan dalyanlarda kılıç balığı avlanmakta.
Çengelköy meydanındaki Rum meyhaneleri de yavaş yavaş gazino olmaya başlamışlardır. Bu dönemin ilginç gelişmelerinden birisi de Stavros Vutares Efendi’nin Çengelköy’de bir basımevi kurarak Yunan dilindeki ilk modern ansiklopediyi, dokuz ciltten oluşan “Lexicon Historias Kai Geographyco”yu yayınlamasıdır.
Çınar ağacı
Bu yapıların arasında en az bu yapılar kadar değerli ve güzel olan bir canlıdan, bir çınar ağacından bahsetmemek imkansızdır.
Oldukça yaşlı olan bu çınar ağacının (İbrahim Hakkı Konyalı bu ağacın bin yıllık olduğunu iddia eder) dallarının bir çoğu toprağa paralel uzamış, uzunluklarından dolayı kırılmamaları için altlarına destekler konmuştur. Çınarın yanındaki yalıyı yaptıran Abdullah Paşa burada küçük bir cami de yaptırmıştır. Günümüzde gölgesi altında şirin bir de kahve bulunan çınar İstanbul’un en kayda değer ağaçlarından biridir.
http://www.cengelkoy.net/cengelkoy-tarihi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder