-Bazı böcekler kafaları kopmasına rağmen 1 sene yaşayabilir.
- Zürafa kulaklarını diliyle temizler.
- Çikolata köpekleri öldürebilir. Gerçek çikolata köpeklerin kalbini ve sinir sitemini olumsuz şekilde etkiler.
- Yarasalar bir mağaradan dışarı çıkarken hep sola döner.
- Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.
- İngiltere’deki bütün kuğular, kraliyet ailesine aittir.
- Kutup ayıları solaktır.
- Baykuş mavi rengini görebilen tek kuştur.
- Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
- Dünyanın bir numaralı domuz üreticisi ve tüketicisi Çinlilerdir.
- Timsahlar dillerini dışarı çıkaramazlar.
- Bir karıncanın koku alma yeteneği, en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
- Hamam böcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde, hiçbir değişime uğramamışlardır.
- Kediler ültrason seslerini duyarlar.
- Zürafa 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptir.
- Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunur.
- Dünyanın en büyük hayvanı mavi balinadır. Aynı zamanda hayvanlar aleminin en hızlı büyüyen hayvanıdır. Kilosu 22 ayda 26 tona kadar ulaşır.
- Bir ıstakoz, ancak yedi senede, yarım kilo alabilir.
- Salyangozların 25 bin civarında dişi vardır.
- Mavi yunusların kalbi dakikada sadece dokuz kere çarpar.
- Köpekbalıklarının kansere karşı bağışıklığı vardır.
- Sivrisineklerin 47 tane dişi vardır.
- Büyükçe bir yunus günde 2 ton yiyecek tüketir.
- Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.
- Kediler şeker tadını ayırt edemezler.
- Amerika’da 58 milyondan fazla köpek vardır.
- Zürafaların ses telleri yoktur.
kaynak:http://www.uslanmam.com/bilgi-deposu/69408-sasirtan-gercekler.html
Günlük hayatın doktoru... Sağlık, Eğitim, Günlük yaşam, Eğlence konularını içeren kişisel blog.
28 Ekim 2012 Pazar
Türk tarihindeki ilk kadınlar
İlk kadın opera sanatkârı Semiha Berksoy
İlk kadın Yüksek İdare Mahkeme Başkanı Firdevs Menteşe
İlk kadın Sendika Başkanı Dervişe Koç
İlk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen
İlk kadın Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesi konusundaki öncü Prof. Dr. Afet İnan
ilk kadın Sayıştay üyesi Fahrünisa Yetmen
İlk kadın Danıştay üyesi Şükra n Esmerer
İlk kadın radyo spikeri Emel Gazimihal
İlk kadın TV spikeri Nuran Emren
Dünya Güzeli ilk Türk kadını Keriman Halis
ilk kadın bakan Prof. Türkan Akyol
İlk kadın TBMM Başkanvekili Neriman Neftçi
İlk kadın Belediye Başkanı Sadiye Ardahan
İlk kadın muhtar Gül Hanım
İlk kadın savcı N. Meliha Sanu
İlk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu
İlk kadın jet pilotu Leman Altınçeki ç (Bozkurt )
İlk kadın subay Ülkü Sema Toksöz
İlk kadın emniyet müdürü Ş. Feriha Sanerk
İlk kadın polis memuru A. Betül Diker
İlk kadın zabıta memuru Afife İpek
İlk kadın çöpçü Elif Yazgandır
İlk kadın büyükelçi Filiz Dinçmen
İlk kadın Hazine Genel Müdürü Aysel Gönül Öymen
İlk kadın hesap uzmanları Müşerref Çallılar Güzide Amark
İlk kadın genel müdür Mükerrera Aker
İlk kadın Yüksek Mühendis Sabiha Ecebilge (Güryaman )
İlk kadın yüksek mimar Münevver Gözeler
İlk kadın Doktor Fıtnan Celal Taygun
İlk kadın Dişhekimi Ferdane Bozdoğan Erberk
İlk kadın eczacı Ruki e Kanat Arran
İlk kadın hostes Adile Tu
Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/satirlarla-turkiye/197224-turkiye-ve-turklerde-tarihteki-ilkler.html
İlk kadın Yüksek İdare Mahkeme Başkanı Firdevs Menteşe
İlk kadın Sendika Başkanı Dervişe Koç
İlk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen
İlk kadın Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesi konusundaki öncü Prof. Dr. Afet İnan
ilk kadın Sayıştay üyesi Fahrünisa Yetmen
İlk kadın Danıştay üyesi Şükra n Esmerer
İlk kadın radyo spikeri Emel Gazimihal
İlk kadın TV spikeri Nuran Emren
Dünya Güzeli ilk Türk kadını Keriman Halis
ilk kadın bakan Prof. Türkan Akyol
İlk kadın TBMM Başkanvekili Neriman Neftçi
İlk kadın Belediye Başkanı Sadiye Ardahan
İlk kadın muhtar Gül Hanım
İlk kadın savcı N. Meliha Sanu
İlk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu
İlk kadın jet pilotu Leman Altınçeki ç (Bozkurt )
İlk kadın subay Ülkü Sema Toksöz
İlk kadın emniyet müdürü Ş. Feriha Sanerk
İlk kadın polis memuru A. Betül Diker
İlk kadın zabıta memuru Afife İpek
İlk kadın çöpçü Elif Yazgandır
İlk kadın büyükelçi Filiz Dinçmen
İlk kadın Hazine Genel Müdürü Aysel Gönül Öymen
İlk kadın hesap uzmanları Müşerref Çallılar Güzide Amark
İlk kadın genel müdür Mükerrera Aker
İlk kadın Yüksek Mühendis Sabiha Ecebilge (Güryaman )
İlk kadın yüksek mimar Münevver Gözeler
İlk kadın Doktor Fıtnan Celal Taygun
İlk kadın Dişhekimi Ferdane Bozdoğan Erberk
İlk kadın eczacı Ruki e Kanat Arran
İlk kadın hostes Adile Tu
Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/satirlarla-turkiye/197224-turkiye-ve-turklerde-tarihteki-ilkler.html
27 Ekim 2012 Cumartesi
26 yaşında profesör olan bir TÜRK ve hayatı
Oktay Sinanoğlu, Türk kuramsal kimya mühendisi ve moleküler biyolog.
Oktay Sinanoglu(d. 25 Şubat 1935, Bari – İtalya) Türk kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog.Babasının(Selçuk Turbil) bir başkonsolos olarak görev yapmış olduğu Bari’de doğdu.1939 yılında İtalya’da II.Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye’ye döndü. Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi’ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi.
Okulun bursuyla kimya okumak üzere ABD’ye gitti. 1956′da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.
1957′de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. “Alfred Sloan” ödülünü aldı. 1959′da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960′ta Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.
1960-61 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile “Doçent” oldu. 1963′te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 26 yaşında “tam profesör” unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir.
1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi’nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973′de Almanya’nın en yüksek “Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü”nü ilk kazanan kişi oldu. 1975′de Japonya’nın “Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü”nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976′da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü “Elena Moshinsky” ile ödüllendirildi.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.
1980′li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988′de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993′te Yale Üniversitesi’ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye’ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.
Türkiye’de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin anadil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe’nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir
Yaşamı boyunca Kuantum Mekaniği’ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M.Dirac’in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, “Kuantum mekaniğinde Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
Ünlü sanatçı Esin Afşar’ın ağabeyidir.
Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı
Solvophobic Theory (1964) – Çözgen-iter kuramı
Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı
Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik
Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.
kaynak:http://oktaysinanoglu.com.tr/?p=296
Oktay Sinanoglu(d. 25 Şubat 1935, Bari – İtalya) Türk kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog.Babasının(Selçuk Turbil) bir başkonsolos olarak görev yapmış olduğu Bari’de doğdu.1939 yılında İtalya’da II.Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye’ye döndü. Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi’ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi.
Okulun bursuyla kimya okumak üzere ABD’ye gitti. 1956′da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.
1957′de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. “Alfred Sloan” ödülünü aldı. 1959′da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960′ta Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.
1960-61 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile “Doçent” oldu. 1963′te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 26 yaşında “tam profesör” unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir.
1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi’nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973′de Almanya’nın en yüksek “Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü”nü ilk kazanan kişi oldu. 1975′de Japonya’nın “Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü”nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976′da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü “Elena Moshinsky” ile ödüllendirildi.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.
1980′li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988′de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993′te Yale Üniversitesi’ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye’ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.
Türkiye’de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin anadil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe’nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir
Yaşamı boyunca Kuantum Mekaniği’ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M.Dirac’in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, “Kuantum mekaniğinde Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
Ünlü sanatçı Esin Afşar’ın ağabeyidir.
Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı
Solvophobic Theory (1964) – Çözgen-iter kuramı
Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı
Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik
Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.
kaynak:http://oktaysinanoglu.com.tr/?p=296
Türk ırkı'nın yapısı ve özellikleri
Son yarım yüzyıl içinde yapılan antropolojik incelemeler Türkler'in beyaz ırtan olduğunu göstermiştir. Türkler, dört büyük beyaz ırk gurubundan biri olan Europid gurubunun Turanid kolundandırlar. Kafatası yapısı brakisefal (geniş kafalı) olan Türkler'in, kendilerini başka ırklardan ayıran antropolojik özellikleri vardır. Özellikle Orta Asya'da MÖ 3. binden kalmış kurganlardan çıkarılan iskeletlerden ve yapılan çeşitli araştırmalardan anlaşıldığına göre Türkler brakisefal, savaşçı ve beyaz bir ırk olan Andronovo İnsanları'nın (Andronovo İnsanı = Türk Irkı) soyundan gelirler.
Antropologların araştırmalarına göre Andronovo Irkı'nın özellikleri şunlardır:
Koyu renk saç, buğday rengi ten (hafif esmere çalan beyaz ten), brakisefal kafa, orta boy, değirmi yüz, badem göz (mongoloid özellik taşımayan ama avrupa ırklarındaki gibi de büyük ve yayvan olmayan hafif çekiğimsi göz).
Ayrıca Tevrat'ta nakledilen eski geleneklerde Türk soyu -Hâm ve Sâm'dan değil de Yafes'ten türemiş olarak- beyaz ırktan gösterilmiştir. Turan tipini temsil eden Orta Asya, Maveraünnehir ve Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli, değirmi yüzlü (ay yüzlü, badem gözlü), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğe örnek olarak gösterilmiş, hatta İran edebiyatında Türk sözü bazan güzel insan anlamında kullanılmıştır.
Günümüz Oguz Türkleri (Anadolu, Ön Asya ve Türkmenistan Türkleri), Andronovo İnsanı'nın tüm antropolojik özelliklerini üzerlerinde taşırlar. Prof.Dr.Faruk Sümer'in Oğuzlar adlı kitabında, Oguz Türkleri için şu satırlar yazılıdır:
Bugünkü Anadolu Türkleri'nin ruhî davranışları ataları Oğuz Türkleri'ninkinden farksızdır. Anadolu Türkleri sâkin görünüşlü, serin kanlı, duygularını pek belli etmeyen insanlardır; asık suratlı olmayıp güler yüzlü ve tatlı bakışlıdırlar; çabuk kızmazlar ve birden parlayıp sönmezler. Halkın tabiri ile Anadolu Türkü'nün kolayca "damarı tutmaz" yani derhal sinirlenmez fakat "ayranı kabardı" mı kasırga gibi eser, önünde durulmaz. Tıpkı Oğuz yiğidinin "acığı tuttuğunda katı taşı kül eylediği" gibi... Gerçekçi insanlardır, yani akılları hislerine hâkim olabilir; öğünme duygularında da aşırılık görülmez. Anadolu Türkleri rûhen infiratçı değil cemiyetçidir; toplu yani bir arada yaşamaktan hoşlanırlar; milletlerine bağlı ve yurtsever oldukları da gerçek bir vâkıadır.
Yüz şekli ve beden yapılarına gelince, onlar umumiyetle düz saçlı, ala gözlü, yuvarlak yüzlü, düz burunlu insanlardır; aralarında mavi gözlü olanları az ve nadirdir; bu gibilere çok defa bu vasıfları bir sıfat olarak verilir (Gök Mehmed=mavi gözlü Mehmed; Gök Kız=mavi gözlü kız); pek çoğunun cildleri beyazdır; yüz ve ellerindeki esmerlik, güneş yakması ile ilgilidir. Boyları ortadan uzun olup, gövde kısmı alt tarafa nazaran kısa değildir; onun için at üstünde heybetli görünürler ve rahatça ok atarlar ve kılıç sallarlar.
Türkler'in ilk ataları olan Andronovo İnsanları sığırı ve deveyi evcilleştirmişlerdi. Avcı ve savaşçı bir kavimdiler. Kartalı kutsal olarak kabul ederler, mezarlarına simge olarak kartal pençesi işlerlerdi. Kimi bölgelerde Ren geyiği ile Yak öküzünü evcilleştirmişlerdi. Bakırı keşfetmişler, bıçak vb aletlerin yapımında kullanmışlardı.
Proto-Türk (=ilk Türkler) sanatındaki temel öge hayvan motifleridir. Bu motifler çok incelikli yöntemlerle işlenmiş, hemen her eşyada kullanılmıştır. Hayvan Üslûbu adı verilen bu sanat tarzı Çin sınırlarından Kuzey Karadeniz'e kadar yayılmıştır.
Proto-Türkler giderek askerî ve siyasî güç kazandılar, çevrelerinde yaşayan kavimleri egemenliklerini altına aldılar. MÖ 1700'lere doğru Çin kaynakları Proto-Türkler'den söz etmeğe başlarlar. Bunun nedeni, Proto-Türkler'in Çin'i tehdit eder duruma gelmeleridir. Türkler'in tarihöncesi dönemi MÖ 200'lere değin uzanır. MÖ 3. yüzyılda Tuman Yabgu'nun Türk boylarını toplayarak Orta Asya'daki Büyük Hun Devleti'ni kurması ya da daha doğrusu güçlendirmesiyle Türkler'in tarihöncesi dönemi kapanır ve tarih dönemleri başlar.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Türk ırkının temel özellikleri şunlardır: Saç düz ya da hafif dalgalı olup kumral veya kara renklidir. Kaş kemeri gelişkindir. Gözler nispeten küçük olmakla birlikte mongoloid ırktaki gibi çekik değildir, daha çok badem göz niteliğindedir. Kulaklar düz olup küçük ya da orta boyda ve yatıktır.
Burun düz ya da kartal burundur (iri olan gaga burun değil). Deri buğday rengindedir. Elmacık kemikleri gelişkindir ama mongoloid ırktaki gibi aşırı fırlak değildir. Kafatası yapısı brakisefaldir. Kemikler kalın, kaslar gelişkindir. Boy orta ya da ortadan uzuncadır
kaynak:http://www.turkforum.net/580211-turk-irkinin-yapisi.html
Antropologların araştırmalarına göre Andronovo Irkı'nın özellikleri şunlardır:
Koyu renk saç, buğday rengi ten (hafif esmere çalan beyaz ten), brakisefal kafa, orta boy, değirmi yüz, badem göz (mongoloid özellik taşımayan ama avrupa ırklarındaki gibi de büyük ve yayvan olmayan hafif çekiğimsi göz).
Ayrıca Tevrat'ta nakledilen eski geleneklerde Türk soyu -Hâm ve Sâm'dan değil de Yafes'ten türemiş olarak- beyaz ırktan gösterilmiştir. Turan tipini temsil eden Orta Asya, Maveraünnehir ve Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli, değirmi yüzlü (ay yüzlü, badem gözlü), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğe örnek olarak gösterilmiş, hatta İran edebiyatında Türk sözü bazan güzel insan anlamında kullanılmıştır.
Günümüz Oguz Türkleri (Anadolu, Ön Asya ve Türkmenistan Türkleri), Andronovo İnsanı'nın tüm antropolojik özelliklerini üzerlerinde taşırlar. Prof.Dr.Faruk Sümer'in Oğuzlar adlı kitabında, Oguz Türkleri için şu satırlar yazılıdır:
Bugünkü Anadolu Türkleri'nin ruhî davranışları ataları Oğuz Türkleri'ninkinden farksızdır. Anadolu Türkleri sâkin görünüşlü, serin kanlı, duygularını pek belli etmeyen insanlardır; asık suratlı olmayıp güler yüzlü ve tatlı bakışlıdırlar; çabuk kızmazlar ve birden parlayıp sönmezler. Halkın tabiri ile Anadolu Türkü'nün kolayca "damarı tutmaz" yani derhal sinirlenmez fakat "ayranı kabardı" mı kasırga gibi eser, önünde durulmaz. Tıpkı Oğuz yiğidinin "acığı tuttuğunda katı taşı kül eylediği" gibi... Gerçekçi insanlardır, yani akılları hislerine hâkim olabilir; öğünme duygularında da aşırılık görülmez. Anadolu Türkleri rûhen infiratçı değil cemiyetçidir; toplu yani bir arada yaşamaktan hoşlanırlar; milletlerine bağlı ve yurtsever oldukları da gerçek bir vâkıadır.
Yüz şekli ve beden yapılarına gelince, onlar umumiyetle düz saçlı, ala gözlü, yuvarlak yüzlü, düz burunlu insanlardır; aralarında mavi gözlü olanları az ve nadirdir; bu gibilere çok defa bu vasıfları bir sıfat olarak verilir (Gök Mehmed=mavi gözlü Mehmed; Gök Kız=mavi gözlü kız); pek çoğunun cildleri beyazdır; yüz ve ellerindeki esmerlik, güneş yakması ile ilgilidir. Boyları ortadan uzun olup, gövde kısmı alt tarafa nazaran kısa değildir; onun için at üstünde heybetli görünürler ve rahatça ok atarlar ve kılıç sallarlar.
Türkler'in ilk ataları olan Andronovo İnsanları sığırı ve deveyi evcilleştirmişlerdi. Avcı ve savaşçı bir kavimdiler. Kartalı kutsal olarak kabul ederler, mezarlarına simge olarak kartal pençesi işlerlerdi. Kimi bölgelerde Ren geyiği ile Yak öküzünü evcilleştirmişlerdi. Bakırı keşfetmişler, bıçak vb aletlerin yapımında kullanmışlardı.
Proto-Türk (=ilk Türkler) sanatındaki temel öge hayvan motifleridir. Bu motifler çok incelikli yöntemlerle işlenmiş, hemen her eşyada kullanılmıştır. Hayvan Üslûbu adı verilen bu sanat tarzı Çin sınırlarından Kuzey Karadeniz'e kadar yayılmıştır.
Proto-Türkler giderek askerî ve siyasî güç kazandılar, çevrelerinde yaşayan kavimleri egemenliklerini altına aldılar. MÖ 1700'lere doğru Çin kaynakları Proto-Türkler'den söz etmeğe başlarlar. Bunun nedeni, Proto-Türkler'in Çin'i tehdit eder duruma gelmeleridir. Türkler'in tarihöncesi dönemi MÖ 200'lere değin uzanır. MÖ 3. yüzyılda Tuman Yabgu'nun Türk boylarını toplayarak Orta Asya'daki Büyük Hun Devleti'ni kurması ya da daha doğrusu güçlendirmesiyle Türkler'in tarihöncesi dönemi kapanır ve tarih dönemleri başlar.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Türk ırkının temel özellikleri şunlardır: Saç düz ya da hafif dalgalı olup kumral veya kara renklidir. Kaş kemeri gelişkindir. Gözler nispeten küçük olmakla birlikte mongoloid ırktaki gibi çekik değildir, daha çok badem göz niteliğindedir. Kulaklar düz olup küçük ya da orta boyda ve yatıktır.
Burun düz ya da kartal burundur (iri olan gaga burun değil). Deri buğday rengindedir. Elmacık kemikleri gelişkindir ama mongoloid ırktaki gibi aşırı fırlak değildir. Kafatası yapısı brakisefaldir. Kemikler kalın, kaslar gelişkindir. Boy orta ya da ortadan uzuncadır
kaynak:http://www.turkforum.net/580211-turk-irkinin-yapisi.html
Dünya genelinde en çok kullanılan şifreler
İşte dünyada en çok kullanılan o şifreler:
1. password
2, 123456
2, 123456
3. 12345678
4. abc123
5. qwerty
6. monkey
7. letmein
8. dragon
9. 111111
10. baseball
11. iloveyou
12. trustno1
13. 1234567
14. sunshine
15. master
16. 123123
17. welcome
18. shadow
19. ashley
20. football
21. jesus
22. michael
23. ninja
24. mustang
25. password1
Şifre güvenliğiniz için öneriler:
Mutlaka 8 karakter ya da daha fazla karakterli şifre kullanın.
Şifrenizde sayılar, harfler ve kullanabildiğiniz diğer karakterler de olsun.
Her sitede aynı şifreyi kullanmayın
Eğlence sitelerinde mail şifrenizi asla kullanmayın.
Coca Cola'nın içinde neler varmış!
İçin de alkol de bulunduğu iddia ediliyor. İşte o listede yer alanlar:
12 gram sıvı koka özü
85 gram strik asit (limon asidi)
28,35 gram kafein
9,4 litre su
946,9 mililitre kireç suyu
28,35 gram vanilya
42,5 gram ya da renk vermek için daha fazla karamel
226,7 gram alkol
30 damla limon esansı
10 damla küçük Hindistan cevizi esansı
10 damla neroli
7X çeşnisi (56,6 grama 18,9 litre şurup)
5 damla kişniş
İstanbul'da mutlaka görmeniz gereken yerler
İstanbul'da yaşayıp da ya da gezmek için gelip de buraları görmemezlik yapmayın. Sizin için derlediğimiz yerlere göz atın.

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya Camii, dünyanın 4.büyük ve eski kilisesidir. Mimar Sinan’ın hayatını, Ayasofya’nın teknik başarılarını geçmeye adadığı söylenir. Yüzölçümü 7.570 metrekare olan ve uzunluğu 100 metreyi geçen sultan türbeleri ve mozaikleri ile ilgi çeken müzeyi mutlaka görün.

YEREBATAN SARNICI
Bizilika Sarnıcı 140×70 metre boyutlarında 336 sütunlu ve 80.000 metreküp su alabilen su deposuydu. Sarnıç 1990′lı yıllarda yeniden temizlendi, ışıklandırıldı ve suya balıklar atıldı. Bizans ve Roma dönemlerinde kent kuşatıldığında su ihtiyacını karşılamak üzere böyle bir sarnıç yapılmıştı. Yerebatan Sarayı ziyarete açık.
TOPKAPI SARAYI
Osmanlı İmparatorluğu’nun, başkent İstanbul’da yönetim sarayı ve hanedanlık ikametgahı olarak kullandığı Topkapı Sarayı, 1473′te tarihlenir. Osmanlı Hanedanının, 19.yüzyılda Boğaziçi saraylarına yerleşmesine dek kullanılan Saray, Cumhuriyet’ in ilanından sonra, Atatürk’ün emriyle müze haline getirilmiş.
EMİNÖNÜ
Eminönü, göz dolduran yapılarının yanında ticaret merkezi olmasıyla da önem taşıyor. Bir tarafında 1890′da yapılan Sirkeci Garı, diğer tarafında ise çarşıları ve vapur iskelesi bulunuyor. Büyük Postane Binası, Cağaloğlu Hamamı, Beşir Ağa Camii, Zeynep Sultan Camii, Aya kiryaki Kilisesi, Ermeni Patrikhanesi ve Meryem Ana Kilisesi ise Eminönü’nde bulunan gezi adresleri…
Anadolu yakasına geçmek isteyenler ise Eminönü İskelesi’ndeki vapurları kullanıyor. Vapura binmeden önce martılar için alınan simitler, yarım saati bulmayan deniz sefasını daha da renklendiriyor. Kumkapı’daki Balık Hali’ni gezmeyi de unutmayın.
MİNİATÜRK
Eyüp’teki Piyer Loti Kahvesi’ne teleferikle çıkın, Haliç’i ve Marmara’yı kucaklayan panaromasıyla mükemmel bir seyir terası olan Zeyrekhane’de oturun, Haliç’te motor turu yapın, Koç Müzesi’ni ve Miniatürk’ü gezin, Pazar günleri gerçekleştilen mehter gösterisini izleyin, santral İstanbul’un faaliyetlerine katılın, Eyüp Camii’ni ziyaret edin, Haliç kıyısında yürüyün.
GALATA KULESİ
Siluetini İstanbul’a, 1348′de Cenevizlilerin armağan ettiği Galata Kulesi çıkar karşınıza Galata’ya gelince. 62 metrelik boyu ve 12 katıyla bu görkemli kule, Cenevizliler tarafından istihkam amacıyla yaptırılmış. Osmanlı döneminde gözetleme amacıyla kullanılmış. Günümüzde ise turizme hizmet veriyor. Yakınlarındaki Galata Mevlevihanesi ve Divan Edebiyatı Müzesi’ni de ziyaret edin.
Sanatçıların sığınağı, bohem Asmalımescit üzerinden Galatasaray’a yürüdüğünüzde St. Antuan’ı ziyaret etmeyi unutmayın. Fransiskenlere ait bu Katolik Kilisesi, İsa’nın havarilerini temsil etmek için Avrupa’da yapılmış olan kiliselerin sonuncusu.
KIZ KULESİ
Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacakaçıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır.
Üsküdar'ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile birleştiği yerde küçük bir ada üzerinde kurulmuştur.
SULTANAHMET CAMİİ
Sultan Ahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.
Devamı ilerleyen günlerde...
Saç dökülmesi hakkındaki yanlış bilgiler
Saçı dökülen testesteron (erkeklik hormonu) seviyesi çok yüksektir.
Yanlış. Saç dökülmesi testesteron seviyesindeki artıştan değil, kıl folliküllerinin dihidrotestesteron (DHT) olan hassasiyetinden kaynaklanmaktadır. DHT kıl foliküllerinin küçülmesine hatta yok olmasına neden olur. Eğer testesteron seviyesi sorun olsaydı, bütün erkeklerin saçının dökülmesi gerekirdi.
Büyük miktarda saç kaybı genetik kelliğin belirtisidir.
Bu inanışın aksine, kellik kalın ve sağlıklı saçların yerini ince ve zayıf saçların alması ile oluşmaya başlar. Eğer bir anda çok büyük miktarda saç kaybı yaşarsanız, doktora görünme zamanınız gelmiş demektir.
Saç dökülmesi kafadaki kan dolaşımının azalmasından kaynaklanmaktadır.
Yanlış. Kalıtımsal Sac dokulmesi ile kan dolaşımı arasında hiçbir bağlantı yoktur. Dolaşımla ile ilgili bir problemden kaynaklansaydı derimizdede yaralar oluşması gerekmezmiydi.
Şapka takmak kelliğe neden olur.
Yanlış. Şapka takmanın kelliğe neden olduğunu düşünen kişiler, şapka takarak saçlarının oksijen almasını engellediklerini sanırlar. Aslında kıl kökleri oksijeni direk havadan değil, kandan alırlar.
Saç dökülmesi yaş ilerledikçe durur.
Yanlış. Saçlar dökülmeye başladığında bu süreç ömür boyu devam eder. Her yaşta durabilir yâda başlayabilir
kaynak:http://www.izmirsacekimikonya.com/sac-dokulmesiyle-ilgili-yanlis-bilgiler/
Yanlış. Saç dökülmesi testesteron seviyesindeki artıştan değil, kıl folliküllerinin dihidrotestesteron (DHT) olan hassasiyetinden kaynaklanmaktadır. DHT kıl foliküllerinin küçülmesine hatta yok olmasına neden olur. Eğer testesteron seviyesi sorun olsaydı, bütün erkeklerin saçının dökülmesi gerekirdi.
Büyük miktarda saç kaybı genetik kelliğin belirtisidir.
Bu inanışın aksine, kellik kalın ve sağlıklı saçların yerini ince ve zayıf saçların alması ile oluşmaya başlar. Eğer bir anda çok büyük miktarda saç kaybı yaşarsanız, doktora görünme zamanınız gelmiş demektir.
Saç dökülmesi kafadaki kan dolaşımının azalmasından kaynaklanmaktadır.
Yanlış. Kalıtımsal Sac dokulmesi ile kan dolaşımı arasında hiçbir bağlantı yoktur. Dolaşımla ile ilgili bir problemden kaynaklansaydı derimizdede yaralar oluşması gerekmezmiydi.
Şapka takmak kelliğe neden olur.
Yanlış. Şapka takmanın kelliğe neden olduğunu düşünen kişiler, şapka takarak saçlarının oksijen almasını engellediklerini sanırlar. Aslında kıl kökleri oksijeni direk havadan değil, kandan alırlar.
Saç dökülmesi yaş ilerledikçe durur.
Yanlış. Saçlar dökülmeye başladığında bu süreç ömür boyu devam eder. Her yaşta durabilir yâda başlayabilir
kaynak:http://www.izmirsacekimikonya.com/sac-dokulmesiyle-ilgili-yanlis-bilgiler/
26 Ekim 2012 Cuma
Hayvanlar hakkında en ilginç bilgiler
1)Bir karınca kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilir.
2)Arılar yarım kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorunda.
3)Hamamböcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır.
4)Bir mayıs sineğinin ömrü sadece birkaç saattir.
5)Kangurular geri geri yürüyemezler.
6)Penguenler, enerji tasarrufu yapmak için sarkaç hareketiyle yürür.
7)Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
8)Filler, zıplamayan tek memelidir.
9)Bir inek, hayatı boyunca yaklaşık 200 bin bardak süt üretir.
10)Erkek penguenler kuluçkaya yattığı 4 ay boyunca hiçbir şey yemez.
11)Dünyada yaşayan aşağı yukarı 1 milyon böcek türü var, her yıl aşağı yukarı 8 bin yeni tür keşfediliyor.
12)Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gerekir.
13)10 gramlık bir sümüklü böcek, 1 kilogramlık yükü çekebilir.
14)Fare, bir deveden bile daha uzun süre susuz kalabilir.
15)Son 4 bin yılda herhangi bir yeni hayvan evcilleştirilmedi.
16)Dişi morina balığı yılda yaklaşık 4 milyon adet yumurtlar.
17)Göç eden kuşlar (V) biçiminde sıralanarak uçar ve bu sayede harcadıkları enerjiden yüzde 23 tasarruf sağlar.
18)Yılda 100 milyon köpekbalığı, sadece yüzgeçleri için öldürülüyor.
19) Bir yıl içinde bir milyon balıkçıl kuş ve 100 bin deniz memelisi ve deniz kaplumbağası, plastiklere dolanıp havasızlıktan ölmekte.
20)Hastalanmayan tek hayvan köpek balıklarıdır.
21)Bir çift sineğin sadece nisan-mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksaydı, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplardı.
22)İngiltere'deki bazı kuşlar evlerin kapısına bırakılan süt şişelerinin kapağını delerek beslenmeyi öğrenmiştir. 23)Bir yıl içinde denizlerden avlanan balıkların ağırlığının üç katı kadar atık denizlere atılmaktadır.
kaynak:http://www.bilgikutum.com/ilgincbilgi.htm
2)Arılar yarım kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorunda.
3)Hamamböcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır.
4)Bir mayıs sineğinin ömrü sadece birkaç saattir.
5)Kangurular geri geri yürüyemezler.
6)Penguenler, enerji tasarrufu yapmak için sarkaç hareketiyle yürür.
7)Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
8)Filler, zıplamayan tek memelidir.
9)Bir inek, hayatı boyunca yaklaşık 200 bin bardak süt üretir.
10)Erkek penguenler kuluçkaya yattığı 4 ay boyunca hiçbir şey yemez.
11)Dünyada yaşayan aşağı yukarı 1 milyon böcek türü var, her yıl aşağı yukarı 8 bin yeni tür keşfediliyor.
12)Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gerekir.
13)10 gramlık bir sümüklü böcek, 1 kilogramlık yükü çekebilir.
14)Fare, bir deveden bile daha uzun süre susuz kalabilir.
15)Son 4 bin yılda herhangi bir yeni hayvan evcilleştirilmedi.
16)Dişi morina balığı yılda yaklaşık 4 milyon adet yumurtlar.
17)Göç eden kuşlar (V) biçiminde sıralanarak uçar ve bu sayede harcadıkları enerjiden yüzde 23 tasarruf sağlar.
18)Yılda 100 milyon köpekbalığı, sadece yüzgeçleri için öldürülüyor.
19) Bir yıl içinde bir milyon balıkçıl kuş ve 100 bin deniz memelisi ve deniz kaplumbağası, plastiklere dolanıp havasızlıktan ölmekte.
20)Hastalanmayan tek hayvan köpek balıklarıdır.
21)Bir çift sineğin sadece nisan-mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksaydı, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplardı.
22)İngiltere'deki bazı kuşlar evlerin kapısına bırakılan süt şişelerinin kapağını delerek beslenmeyi öğrenmiştir. 23)Bir yıl içinde denizlerden avlanan balıkların ağırlığının üç katı kadar atık denizlere atılmaktadır.
kaynak:http://www.bilgikutum.com/ilgincbilgi.htm
Vücudunuzla ilgili bunları biliyor musunuz
1)Bir piton kendinden çok daha büyük hayvanları yutabilir ve bir kaç günde sindirebilir.
2)Normal insan kalbi dinlenme anında bir günde yaklaşık 7200 litre kan pompalar.
3)Bir kalp atışı 0,85 saniye sürer. Bunun 0,15 saniyesinde kulakçıklar 0,30 saniyesinde karıncıklar kasılır. 0,40 saniyesinde de kalp dinlenir.
4)İnsan vücudunda kan atardamarlarda saniyede 500 mm hızla akar. Buda saatte 1800 m demektir.
5)İnsan böbreği, bir günde yaklaşık 180 lt kan süzer. Ve dışarı 1,5 lt idrar verir.
6)Yetişkin bir insanın akciğeri yaklaşık 5-6 litre hava alabilir.
7)Amerikan timsahı (Alligator missisipiensis) yumurtalarını 30 derecedeki çevre sıcaklığında kuluçkaya yatırdığında bütün yavrular dişi, 33 derecede yatırdığında bütün yavrular erkek olur.
8)Değişik cinsten pireler uzunluklarının yaklaşık 150 katı kadar mesafeyi bir sıçrayışta geçebilirler. Bu da yaklaşık olarak bir insanın bir kerede 305 metre atlaması demektir.
9)Karaciğer hücrelerinde bulunan katalaz enzimi 1 dakikada 1.000.000 H2O2′yi bileşenlerine ayırır.
10)İnsan gözü elektromagnetik dalgaların 4000-7400 Angstron arasındaki spektrumu görebilir.
11)İnsan kulağı 20-20000 Hz arasındaki ses frekanslarını işitebilir.
12)Tırnağı hiç kesilmeyen bir insanın 60 yıl sonra tırnağı yaklaşık 30 metre olur.
13)Bir insanda irili ufaklı 207 kemik bulunur.
14)Kırmızı kemik iliğinde saniyede 40.000.000 alyuvar üretilir.
15)Kılcal damarlardaki kanın akış hızı aorttan yaklaşık 800 kat yavaştır.
kaynak:http://www.delinetciler.net/forum/bunlari-biliyormusunuz/35731-bilinmeyen-bazi-ilginc-bilgiler.html
2)Normal insan kalbi dinlenme anında bir günde yaklaşık 7200 litre kan pompalar.
3)Bir kalp atışı 0,85 saniye sürer. Bunun 0,15 saniyesinde kulakçıklar 0,30 saniyesinde karıncıklar kasılır. 0,40 saniyesinde de kalp dinlenir.
4)İnsan vücudunda kan atardamarlarda saniyede 500 mm hızla akar. Buda saatte 1800 m demektir.
5)İnsan böbreği, bir günde yaklaşık 180 lt kan süzer. Ve dışarı 1,5 lt idrar verir.
6)Yetişkin bir insanın akciğeri yaklaşık 5-6 litre hava alabilir.
7)Amerikan timsahı (Alligator missisipiensis) yumurtalarını 30 derecedeki çevre sıcaklığında kuluçkaya yatırdığında bütün yavrular dişi, 33 derecede yatırdığında bütün yavrular erkek olur.
8)Değişik cinsten pireler uzunluklarının yaklaşık 150 katı kadar mesafeyi bir sıçrayışta geçebilirler. Bu da yaklaşık olarak bir insanın bir kerede 305 metre atlaması demektir.
9)Karaciğer hücrelerinde bulunan katalaz enzimi 1 dakikada 1.000.000 H2O2′yi bileşenlerine ayırır.
10)İnsan gözü elektromagnetik dalgaların 4000-7400 Angstron arasındaki spektrumu görebilir.
11)İnsan kulağı 20-20000 Hz arasındaki ses frekanslarını işitebilir.
12)Tırnağı hiç kesilmeyen bir insanın 60 yıl sonra tırnağı yaklaşık 30 metre olur.
13)Bir insanda irili ufaklı 207 kemik bulunur.
14)Kırmızı kemik iliğinde saniyede 40.000.000 alyuvar üretilir.
15)Kılcal damarlardaki kanın akış hızı aorttan yaklaşık 800 kat yavaştır.
kaynak:http://www.delinetciler.net/forum/bunlari-biliyormusunuz/35731-bilinmeyen-bazi-ilginc-bilgiler.html
İstanbul'un 7 tepesi nerede
TARİH-İ ÇENGELKÖY
Çengelköy Tarihi
Çengelköy; boğaziçinin Anadolu yakasında Beylerbeyi ile Vaniköy arasındaki koyun çevresinde ve ardındaki yamaca kurulu, yeşillikler içinde, birçok yalısı hala ayakta duran, boğaz köprüsünü tam karşısına alan Üsküdar`a bağlı bir semttir.Bahçelievler, Emek, Güzeltepe, Hasippaşa, Havuzbaşı, Kuleli, Mehmet Akif Ersoy olmak üzere 7 mahallesi vardır. Ortalama nüfüsu 140.000 `dir.
Bol yeşilliğinden dolayı havası temizdir. Asırlık ağaçlarıyla, yeşilini muhafaza edebilmiş az semtlerdendir. Aynı zamanda boğazın en kirli denizine sahip kıyılardır. Fakat bu kıyılardan, birinci boğaz köprüsü ve tam arkasındaki tarihi yarım ada çok net bir şekilde görülebilir.
Rivayete göre bizans dönemindeki adı "Sophianae" dir ve adının İmparator Justinien`in karisi Sophia icin yaptirdigi saraydan geldiği söylenir. Osmanlı döneminde ise, gemi çapaları burada yapıldığı için buraya Çengelköy denmiş.
17.yy`da Çengelköy, Üsküdar`dan sonra İstanbul kıyılarının en büyük kasabasıydı. Evliya Çelebi`ye göre ,bu yüzyılda Çengelköy` de muhteşem bir saray ve hasbahçenin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerinin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane[seksonhane] vardı. Bu dönemde Çengelköy`ün nüfusunun büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyordu. Zengin Rumlar, kıyı boyunca yalılara yerleşmişlerdi.
Burada büyük bir Pazar kayığı iskelesi vardı. Bu kayıklarla hergün kente buradaki sebze- meyve bahçelerinden mallar gönderiliyor, karşılığında büyük kentin pazarından kasabanın gereksindiği mallar getiriliyordu. Özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanlar da bu kayıklarla gidip geliyorlardı. Bu dönemde kasabanın büyükçe bir çarşısının da olduğu bilinmektedir.
18.yy başı Osmanlı İmparatorluğu tarihinin dönüm noktasıdır. Lale Devri başlamıştır ve bu dönemde Çengelköy büyük bir gelişme göstermiştir. Semt bu tarihlerde, eskiden olduğu gibi halen ormanlarla çevrilidir. Aynı zamanda, bu tarihlerde ihtiyaçlara göre, Pazar kayığı iskelesi büyütülmüştür ve daha çok işlerlik kazanmıştır. Çarşı kasabanın iç taraflarında bulunmaktadır. Gerideki yamaçlarda tarlalar ve bağlar bulunur. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri hızla Çengelköy kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır.
19. yy başlarında ise Ermeniler hızla azalmaya başlamıştır. Yabancı uyruklu ailelerin yerlerini Türk Osmanlı aileler almaya başlamışlardır.
28 Ağustos 1832`de Çengelköy`de büyük bir yangın çıkmıştır. Çarşıda bir rumun dükkanında başlayan yangın, 20 dükkan ve 80 evi yakmıştır. II.Mahmut felaketzedelere 15 bin kuruş (yaklaşık 1,5 milyar) yardımda bulunmuştur.
19.yy`ın ikinci yarısında Çengelköy, önceki dönemden daha değişik bir görüntü vermeye başlamıştır. Herşeyden önce artık sahil boyunca gemiler, iskelede bekleyenler yeni yeni görülmeye başlanmıştır. Köprü burdan yaklaşık 4 mil uzaktadır. Vapur seferleri sayesinde insanlar Pazar kayıklarını daha az kullanmaya başlamışlardır.
Bu dönemde Çengelköy büyümüş ve 3 kısma ayrılmıştır ; Asıl Çengelköy, Yukarı mahalle ve Setüstü mahallesi. Balıkçılık gelişmiş, sebze- meyve üretimi artmıştır. Denizlerin üzerlerine, kadın ve erkekler için ayrı ayrı yapılmış deniz hamamları inşaa edilmiştir. Abdülmecit zamanında yapılan karakol binası oldukça güzel bir binadır. Önünde iki tane çeşme vardır.
20.yy da rejimin değişmesiyle devlet yöneticileri kıyılardaki yalılarından çıkmak zorunda kalmıştır.
Çengelköy görüldüğü gibi her dönemde kıymetli bir semt olmuştur. Yerli halkı sıcaktır. Kıyı boyunca, aralarına yabancıların girmesine izin vermemişler, sonradan gelenler tepelere yerleşmek zorunda kalmıştır. Fakat aşağılardaki yozlaşmış yapılaşma yukarı yamaçlarda yoktur. Çünkü yukarı çıkıldıkça tipik Türk evleri görülmeye başlanır.
Küçük ama yoğun bir çarşıya sahiptir. Bahçesinde asırlık çınar ağacı bulunan "Çınaraltı"yla, yeşiliyle, boğaz manzarasıyla, muhteşem yalılarıyla, sıcak insanlarıyla Çengelköy İstanbul`un en güzel semtlerinden biridir.
Çengelköy; boğaziçinin Anadolu yakasında Beylerbeyi ile Vaniköy arasındaki koyun çevresinde ve ardındaki yamaca kurulu, yeşillikler içinde, birçok yalısı hala ayakta duran, boğaz köprüsünü tam karşısına alan Üsküdar`a bağlı bir semttir.Bahçelievler, Emek, Güzeltepe, Hasippaşa, Havuzbaşı, Kuleli, Mehmet Akif Ersoy olmak üzere 7 mahallesi vardır. Ortalama nüfüsu 140.000 `dir.
Bol yeşilliğinden dolayı havası temizdir. Asırlık ağaçlarıyla, yeşilini muhafaza edebilmiş az semtlerdendir. Aynı zamanda boğazın en kirli denizine sahip kıyılardır. Fakat bu kıyılardan, birinci boğaz köprüsü ve tam arkasındaki tarihi yarım ada çok net bir şekilde görülebilir.
Rivayete göre bizans dönemindeki adı "Sophianae" dir ve adının İmparator Justinien`in karisi Sophia icin yaptirdigi saraydan geldiği söylenir. Osmanlı döneminde ise, gemi çapaları burada yapıldığı için buraya Çengelköy denmiş.
17.yy`da Çengelköy, Üsküdar`dan sonra İstanbul kıyılarının en büyük kasabasıydı. Evliya Çelebi`ye göre ,bu yüzyılda Çengelköy` de muhteşem bir saray ve hasbahçenin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerinin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane[seksonhane] vardı. Bu dönemde Çengelköy`ün nüfusunun büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyordu. Zengin Rumlar, kıyı boyunca yalılara yerleşmişlerdi.
Burada büyük bir Pazar kayığı iskelesi vardı. Bu kayıklarla hergün kente buradaki sebze- meyve bahçelerinden mallar gönderiliyor, karşılığında büyük kentin pazarından kasabanın gereksindiği mallar getiriliyordu. Özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanlar da bu kayıklarla gidip geliyorlardı. Bu dönemde kasabanın büyükçe bir çarşısının da olduğu bilinmektedir.
18.yy başı Osmanlı İmparatorluğu tarihinin dönüm noktasıdır. Lale Devri başlamıştır ve bu dönemde Çengelköy büyük bir gelişme göstermiştir. Semt bu tarihlerde, eskiden olduğu gibi halen ormanlarla çevrilidir. Aynı zamanda, bu tarihlerde ihtiyaçlara göre, Pazar kayığı iskelesi büyütülmüştür ve daha çok işlerlik kazanmıştır. Çarşı kasabanın iç taraflarında bulunmaktadır. Gerideki yamaçlarda tarlalar ve bağlar bulunur. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri hızla Çengelköy kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır.
19. yy başlarında ise Ermeniler hızla azalmaya başlamıştır. Yabancı uyruklu ailelerin yerlerini Türk Osmanlı aileler almaya başlamışlardır.
28 Ağustos 1832`de Çengelköy`de büyük bir yangın çıkmıştır. Çarşıda bir rumun dükkanında başlayan yangın, 20 dükkan ve 80 evi yakmıştır. II.Mahmut felaketzedelere 15 bin kuruş (yaklaşık 1,5 milyar) yardımda bulunmuştur.
19.yy`ın ikinci yarısında Çengelköy, önceki dönemden daha değişik bir görüntü vermeye başlamıştır. Herşeyden önce artık sahil boyunca gemiler, iskelede bekleyenler yeni yeni görülmeye başlanmıştır. Köprü burdan yaklaşık 4 mil uzaktadır. Vapur seferleri sayesinde insanlar Pazar kayıklarını daha az kullanmaya başlamışlardır.
Bu dönemde Çengelköy büyümüş ve 3 kısma ayrılmıştır ; Asıl Çengelköy, Yukarı mahalle ve Setüstü mahallesi. Balıkçılık gelişmiş, sebze- meyve üretimi artmıştır. Denizlerin üzerlerine, kadın ve erkekler için ayrı ayrı yapılmış deniz hamamları inşaa edilmiştir. Abdülmecit zamanında yapılan karakol binası oldukça güzel bir binadır. Önünde iki tane çeşme vardır.
20.yy da rejimin değişmesiyle devlet yöneticileri kıyılardaki yalılarından çıkmak zorunda kalmıştır.
Çengelköy görüldüğü gibi her dönemde kıymetli bir semt olmuştur. Yerli halkı sıcaktır. Kıyı boyunca, aralarına yabancıların girmesine izin vermemişler, sonradan gelenler tepelere yerleşmek zorunda kalmıştır. Fakat aşağılardaki yozlaşmış yapılaşma yukarı yamaçlarda yoktur. Çünkü yukarı çıkıldıkça tipik Türk evleri görülmeye başlanır.
Küçük ama yoğun bir çarşıya sahiptir. Bahçesinde asırlık çınar ağacı bulunan "Çınaraltı"yla, yeşiliyle, boğaz manzarasıyla, muhteşem yalılarıyla, sıcak insanlarıyla Çengelköy İstanbul`un en güzel semtlerinden biridir.
Bizans dönemi
Çengelköy’ün Bizans döneminde dini merkez niteliği ağır basan bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Justinien bugünkü Çamlıca ve Çakal Dağı eteklerinden doğup denize akan Bekar Dere ağzındaki koya, eşi Sophia’nın anısını sonsuzlaştırmak için Sophiani Limanı adını vermekle kalmamış içinde bulunduğu aşırı dinsel heyecanı ile buraya yine Aziz Mikhael ve Aziz Theosyus adlarına kiliseler yaptırmıştır. Daha sonraki Aya Pania Kilisesi de bunlara eklenebilir. 18. yüzyılda buradaki Aya Yorgi Kilisesi’nin tamir edildiğini görüyoruz. Bizans’ın bu bölgeye verdiği önemi bugünkü Havuzbaşı mevkiinde yaptıkları saraydan, set bahçelerden ve büyük bir havuzdan da anlayabiliriz.
Bu yıllarda Çengelköy civarı liman olarak kullanılsa da daha sonraları gemilerin demir parçaları büyük ihtimalle de köye adını verdiği rivayet edilen gemi demiri işleri yapıldığı sanılmaktadır.
Çengelköy’ün Bizans döneminde dini merkez niteliği ağır basan bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Justinien bugünkü Çamlıca ve Çakal Dağı eteklerinden doğup denize akan Bekar Dere ağzındaki koya, eşi Sophia’nın anısını sonsuzlaştırmak için Sophiani Limanı adını vermekle kalmamış içinde bulunduğu aşırı dinsel heyecanı ile buraya yine Aziz Mikhael ve Aziz Theosyus adlarına kiliseler yaptırmıştır. Daha sonraki Aya Pania Kilisesi de bunlara eklenebilir. 18. yüzyılda buradaki Aya Yorgi Kilisesi’nin tamir edildiğini görüyoruz. Bizans’ın bu bölgeye verdiği önemi bugünkü Havuzbaşı mevkiinde yaptıkları saraydan, set bahçelerden ve büyük bir havuzdan da anlayabiliriz.
Bu yıllarda Çengelköy civarı liman olarak kullanılsa da daha sonraları gemilerin demir parçaları büyük ihtimalle de köye adını verdiği rivayet edilen gemi demiri işleri yapıldığı sanılmaktadır.
Osmanlı Dönemi
Çengelköy, Osmanlı hükümdarları için en gözde sayfiye ve av yerlerinden olmuştur. 17. yüzyılda iki padişah, IV. Murad ve IV. Mehmed özellikle Çengelköy ile ilgilenmişlerdir. Av merakı meşhur olan Sultan IV. Mehmed için Çengelköy ormanları iyi bir av sahası idi. Avlanmak dışında, Beylerbeyi’ne doğru uzanan Istavroz Bahçesi’ne de düşkün olan padişahlar Çengelköy ile birlikte anılan meyveler için de buralara gelirlermiş. Padişahların tamamına yakını lüks ve saltanat içinde yaşamayı seven insanlarmış. Hemen hemen tüm bilgilerde padişahların özel bahçeler, havuzlar ve meyvalıklar yaptırdıklarını okuyoruz. Hatta padişahlar Çengelköy ’e özel meyva yeme turları düzenliyorlarmış.
Çengelköy’de İstanbul’un fethinden sonraki dönemlerde de hasbahçe yöresinde Rum kökenli aileler yaşıyordu. Kandilli ve Vaniköy’deki hasbahçelerle karşılaştırıldığında Çengelköy’deki bahçenin daha küçük olduğunu görüyoruz. Mevacip defterinde bahçenin adı Çengelköy’deki Kütel (küçük) Hasbahçesi olarak geçmekte. Hasbahçe özellikle IV. Murad zamanında geliştirilmiş. Bu bahçe içerisinde yer alan güzel ve bakımlı bir köşkte, Ege bölgesinde nüfuz sahibi olan İlyas Paşa isimli bir paşanın IV. Murad’ın emri ile kafasının kesildiği söylenir.
Çengelköy, Osmanlı hükümdarları için en gözde sayfiye ve av yerlerinden olmuştur. 17. yüzyılda iki padişah, IV. Murad ve IV. Mehmed özellikle Çengelköy ile ilgilenmişlerdir. Av merakı meşhur olan Sultan IV. Mehmed için Çengelköy ormanları iyi bir av sahası idi. Avlanmak dışında, Beylerbeyi’ne doğru uzanan Istavroz Bahçesi’ne de düşkün olan padişahlar Çengelköy ile birlikte anılan meyveler için de buralara gelirlermiş. Padişahların tamamına yakını lüks ve saltanat içinde yaşamayı seven insanlarmış. Hemen hemen tüm bilgilerde padişahların özel bahçeler, havuzlar ve meyvalıklar yaptırdıklarını okuyoruz. Hatta padişahlar Çengelköy ’e özel meyva yeme turları düzenliyorlarmış.
Çengelköy’de İstanbul’un fethinden sonraki dönemlerde de hasbahçe yöresinde Rum kökenli aileler yaşıyordu. Kandilli ve Vaniköy’deki hasbahçelerle karşılaştırıldığında Çengelköy’deki bahçenin daha küçük olduğunu görüyoruz. Mevacip defterinde bahçenin adı Çengelköy’deki Kütel (küçük) Hasbahçesi olarak geçmekte. Hasbahçe özellikle IV. Murad zamanında geliştirilmiş. Bu bahçe içerisinde yer alan güzel ve bakımlı bir köşkte, Ege bölgesinde nüfuz sahibi olan İlyas Paşa isimli bir paşanın IV. Murad’ın emri ile kafasının kesildiği söylenir.
Evliya Çelebi’den Çengelköy
17. yüzyıla kadarki dönem hakkında pek fazla kaynak olmamasına rağmen Çengelköy bu yüzyıldan sonra başta sadrazamların, padişahların olmak üzere, Boğaz’ın pitoresk değerini fark eden sanatçıların da gözde mekanlarından olmuştur. Evliya Çelebi bu dönemde Çengelköy için şunları yazmış:
“…Köy leb-i deryada olup arka tarafı bağlı bahçeli hiyabanlardır ki tavsifinden dil acizdir. Ahalisinin çoğu Rum’dur. İslamları azdır. Lakin sarayları, bahusus içindeki Hasbahçe gayet mükelleftir. Tumturaklı, revnaklı (renkli, pırıl pırıl) bir bağ-ı iremdir. Fakat Allah-u alem bu bahçenin talihi Merih burcuna tesadüf etmiştir…Lakin köy mamur, şirin bir rıbte-i mahbube’dir (bağlayıcı güzel). Cümle tahtani, fevkani (üst katı olan), kagir binalı üç bin altmış kadar evleri vardır. Sahilinde bir de küçük cami vardır. Çarşısından geçilerek (İmparatorluk) İstavroz Bahçesi’ne gidilir.”
Evliya Çelebi’nin bahsettiği Rum ahali 1960’lara kadar köy nüfusunun çoğunluğunu oluşturmuştur. 3000 ev rakamı o tarihler için biraz abartılı gelse de 17. yüzyıl ortalarında Çengelköy’ün, Üsküdar’dan sonra bu kıyının en büyük yerleşimi olduğu unutulmamalı.
17. yüzyıla kadarki dönem hakkında pek fazla kaynak olmamasına rağmen Çengelköy bu yüzyıldan sonra başta sadrazamların, padişahların olmak üzere, Boğaz’ın pitoresk değerini fark eden sanatçıların da gözde mekanlarından olmuştur. Evliya Çelebi bu dönemde Çengelköy için şunları yazmış:
“…Köy leb-i deryada olup arka tarafı bağlı bahçeli hiyabanlardır ki tavsifinden dil acizdir. Ahalisinin çoğu Rum’dur. İslamları azdır. Lakin sarayları, bahusus içindeki Hasbahçe gayet mükelleftir. Tumturaklı, revnaklı (renkli, pırıl pırıl) bir bağ-ı iremdir. Fakat Allah-u alem bu bahçenin talihi Merih burcuna tesadüf etmiştir…Lakin köy mamur, şirin bir rıbte-i mahbube’dir (bağlayıcı güzel). Cümle tahtani, fevkani (üst katı olan), kagir binalı üç bin altmış kadar evleri vardır. Sahilinde bir de küçük cami vardır. Çarşısından geçilerek (İmparatorluk) İstavroz Bahçesi’ne gidilir.”
Evliya Çelebi’nin bahsettiği Rum ahali 1960’lara kadar köy nüfusunun çoğunluğunu oluşturmuştur. 3000 ev rakamı o tarihler için biraz abartılı gelse de 17. yüzyıl ortalarında Çengelköy’ün, Üsküdar’dan sonra bu kıyının en büyük yerleşimi olduğu unutulmamalı.
Çengelköy ve Kule
Kanuni Süleyman bugünkü Kuleli Askeri Lisesi’nin bulunduğu çevrede Cihannuma Kasrı veya Kule Kasrı olarak anılan bir kasır yaptırmıştır. 1650 senesindeki Boğaziçi’den bahseden Jean de Thevenot, dünyanın en güzel yerlerinden biri olarak kabul ettiği Boğaz ile sahil boyunca sıralanmış yalı ve bahçelerden söz ederken, bu mevkide gayet güzel bir kule olduğundan bahseder.
Çengelköy ile Vaniköy arasındaki bu kasrın her katında, Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, havuzlar ve birbiri ardına dizili çok sayıda oda bulunurdu. Kule bahçesinin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane (seksonhane) vardı. Ne yazık ki Sultan III. Ahmed zamanına gelindiğinde kasır harap olmuş bulunuyordu. Bir rivayete göre de Damat İbrahim Paşa, bu sarayın taşlarını Kağıthane’ye naklettirerek kendi sarayının inşasında kullanmıştır.
Eski yazarlar Çengelköy ’ün kirazı kadar ayvasının da ünlü olduğunu yazarlar. Bu meyveler büyük bir Pazar kayığı iskelesi ile kente gönderilir ve bu iskeleden yine köyün ihtiyaçları karşılanırdı. Bu iskele özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanların da ulaşımını sağlıyordu. Eski yazarların Fatih döneminden kaldığını söyledikleri Çengelköy Hacı Ömer Camii’nin bu sıralarda kurulmuş olması büyük ihtimal. Ayrıca bu dönemde Çengelköy Aya Yorgi Kilisesi de harap bir durumda olmakla beraber Rumların ibadetleri için kullanılmaktadır.
Kanuni Süleyman bugünkü Kuleli Askeri Lisesi’nin bulunduğu çevrede Cihannuma Kasrı veya Kule Kasrı olarak anılan bir kasır yaptırmıştır. 1650 senesindeki Boğaziçi’den bahseden Jean de Thevenot, dünyanın en güzel yerlerinden biri olarak kabul ettiği Boğaz ile sahil boyunca sıralanmış yalı ve bahçelerden söz ederken, bu mevkide gayet güzel bir kule olduğundan bahseder.
Çengelköy ile Vaniköy arasındaki bu kasrın her katında, Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, havuzlar ve birbiri ardına dizili çok sayıda oda bulunurdu. Kule bahçesinin dışında bir mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerin yetiştirilip bakıldığı bir samsonhane (seksonhane) vardı. Ne yazık ki Sultan III. Ahmed zamanına gelindiğinde kasır harap olmuş bulunuyordu. Bir rivayete göre de Damat İbrahim Paşa, bu sarayın taşlarını Kağıthane’ye naklettirerek kendi sarayının inşasında kullanmıştır.
Eski yazarlar Çengelköy ’ün kirazı kadar ayvasının da ünlü olduğunu yazarlar. Bu meyveler büyük bir Pazar kayığı iskelesi ile kente gönderilir ve bu iskeleden yine köyün ihtiyaçları karşılanırdı. Bu iskele özel kayıkları ve kayıkçıları olmayan insanların da ulaşımını sağlıyordu. Eski yazarların Fatih döneminden kaldığını söyledikleri Çengelköy Hacı Ömer Camii’nin bu sıralarda kurulmuş olması büyük ihtimal. Ayrıca bu dönemde Çengelköy Aya Yorgi Kilisesi de harap bir durumda olmakla beraber Rumların ibadetleri için kullanılmaktadır.
18. yüzyılda Çengelköy
18. yüzyılda Çengelköy, diğer boğaz köyleri gibi değişme ve gelişme sürecine girmiştir. Bu tarihler Lale Devri’ni yaşamakta olan İstanbul için de büyük savaşların ardından rahatlık ve gösterişli yaşam dönemidir. 1720 yılında Boşnak asıllı Kara İbrahim Paşa’nın oğlu Kaymak Mustafa Paşa kendi adına yanındaki çeşmesiyle birlikte bir cami ve güzel bir bahçe yaptırmıştır. Bu bahçenin o dönemdeki güzelliği dillere destandır. Kaymak Mustafa Paşa çeşmesi kitabesinde yazanları Kolağası Mehmed Raif, “Mir’at-ı İstanbul” adlı eserinde bakın nasıl aktarmıştır:
“Du-a-güy-ı kemine bende Asım dedi tarihin Bu vala çeşmeyi yaptı Kapudan Mustafa Paşa”
Paşa’nın Beylerbeyi sınırına yakın yerde yaptırdığı sahilsarayı özel bir isimle anılmakta: “Ferahabad Sahilsarayı”. Lale bahçeleri, havuzları, fıskiyeleri ile eşine az rastlanır bir sahilsarayı. Ancak bu dönemin bu görkemli yapılarına isim veren Kaymak Mustafa Paşa da III. Ahmed döneminin ünlü kişilerinden Damat İbrahim Paşa gibi Yeniçeriler tarafından öldürülecektir.
Ölümünden sonra da yaptırmış olduğu bahçe büyük olasılıkla yerleşime açılmıştır. Bu tarihlerde (1730-1755) I. Mahmud’un ara sıra konuk olduğu bilinen Küçük Ali Efendi Yalısı, Çengelköy sahilindeki yerindedir. Küçük Ali Efendi 1776’da vefat etmiş olan bir din adamı. Yalının izine de yüzyıl sonunu anlatan Bostancı Defterleri’nde rastlama imkanı yok. Bu dönemin önemli kişilerinden bir diğeri III. Ahmed’in kızı, ünlü tarihçi Süleyman İzzet Efendi’nin annesi Hatice Sultan. 1710’da doğan ve kısa yaşamını 1739’da sonlandıran Hatice Sultan’ın da Çengelköy sahilinde, iskelenin yanında kendi adıyla anılan bir yalısı var. Ancak 18. yüzyıl sonlarına doğru bu yalıyı da yerinde göremiyoruz.
Ayrıca bir zamanlar harap halde olmasına rağmen ibadete açık olan Çengelköy Ayios Yorgios Kilisesi’nin saraydan izinle yapılan onarımı da bu yüzyılda olmuştur. Yapılan bir diğer tamirat da I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan’ın, minber ve tuğladan minare ekleterek yaptırdığı Hacı Ömer Camii tamiratıdır. Saliha Sultan bazı evleri de camiye vakfettirmiştir. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri yoğun biçimde Beylerbeyi’ne yerleşmeye başlamışlar, bununla birlikte iskeleden Vaniköy’e doğru kıyı boyunca zengin Ermeni ailelerinin yalıları sıralanmıştır. Çarşı yine oldukça hareketlidir, pazar iskelesi büyütülmüş ve oldukça işlerlik kazandırılmıştır. Geri taraflarda Çengelköy’ün derin vadisindeki tarlaları ve bağları görüyoruz. 19. yüzyıl başında hazırlanan Bostancı Defterlerine göre Çengelköy sahilleri İstanbul’un zenginleri için, giderek önem kazanmaktadır.
18. yüzyılda Çengelköy, diğer boğaz köyleri gibi değişme ve gelişme sürecine girmiştir. Bu tarihler Lale Devri’ni yaşamakta olan İstanbul için de büyük savaşların ardından rahatlık ve gösterişli yaşam dönemidir. 1720 yılında Boşnak asıllı Kara İbrahim Paşa’nın oğlu Kaymak Mustafa Paşa kendi adına yanındaki çeşmesiyle birlikte bir cami ve güzel bir bahçe yaptırmıştır. Bu bahçenin o dönemdeki güzelliği dillere destandır. Kaymak Mustafa Paşa çeşmesi kitabesinde yazanları Kolağası Mehmed Raif, “Mir’at-ı İstanbul” adlı eserinde bakın nasıl aktarmıştır:
“Du-a-güy-ı kemine bende Asım dedi tarihin Bu vala çeşmeyi yaptı Kapudan Mustafa Paşa”
Paşa’nın Beylerbeyi sınırına yakın yerde yaptırdığı sahilsarayı özel bir isimle anılmakta: “Ferahabad Sahilsarayı”. Lale bahçeleri, havuzları, fıskiyeleri ile eşine az rastlanır bir sahilsarayı. Ancak bu dönemin bu görkemli yapılarına isim veren Kaymak Mustafa Paşa da III. Ahmed döneminin ünlü kişilerinden Damat İbrahim Paşa gibi Yeniçeriler tarafından öldürülecektir.
Ölümünden sonra da yaptırmış olduğu bahçe büyük olasılıkla yerleşime açılmıştır. Bu tarihlerde (1730-1755) I. Mahmud’un ara sıra konuk olduğu bilinen Küçük Ali Efendi Yalısı, Çengelköy sahilindeki yerindedir. Küçük Ali Efendi 1776’da vefat etmiş olan bir din adamı. Yalının izine de yüzyıl sonunu anlatan Bostancı Defterleri’nde rastlama imkanı yok. Bu dönemin önemli kişilerinden bir diğeri III. Ahmed’in kızı, ünlü tarihçi Süleyman İzzet Efendi’nin annesi Hatice Sultan. 1710’da doğan ve kısa yaşamını 1739’da sonlandıran Hatice Sultan’ın da Çengelköy sahilinde, iskelenin yanında kendi adıyla anılan bir yalısı var. Ancak 18. yüzyıl sonlarına doğru bu yalıyı da yerinde göremiyoruz.
Ayrıca bir zamanlar harap halde olmasına rağmen ibadete açık olan Çengelköy Ayios Yorgios Kilisesi’nin saraydan izinle yapılan onarımı da bu yüzyılda olmuştur. Yapılan bir diğer tamirat da I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan’ın, minber ve tuğladan minare ekleterek yaptırdığı Hacı Ömer Camii tamiratıdır. Saliha Sultan bazı evleri de camiye vakfettirmiştir. Bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri yoğun biçimde Beylerbeyi’ne yerleşmeye başlamışlar, bununla birlikte iskeleden Vaniköy’e doğru kıyı boyunca zengin Ermeni ailelerinin yalıları sıralanmıştır. Çarşı yine oldukça hareketlidir, pazar iskelesi büyütülmüş ve oldukça işlerlik kazandırılmıştır. Geri taraflarda Çengelköy’ün derin vadisindeki tarlaları ve bağları görüyoruz. 19. yüzyıl başında hazırlanan Bostancı Defterlerine göre Çengelköy sahilleri İstanbul’un zenginleri için, giderek önem kazanmaktadır.
Çengelköy’de ilk Yahudiler
Çengelköy’ün kalabalık ahalisinin çoğunluğunu Rumlar oluştururdu. Bazı zengin Yahudiler sahilde yalı sahibi olmuşlar ve bu arada Müslüman-Osmanlılar da buralara yerleşmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy’de yalı sahibi olan Küpelioğlu Salamon, uzun yıllar evvel İspanya’dan gelip Hasköy’e yerleştirilen ve bu arada zenginleşen bir aileden geliyordu, kışları Hasköy’de, yazları Çengelköy’deki yalısında geçirirmiş. Ayrıca Sultan IV. Mehmed tarafından 1676’da parası verilerek satın alınan bahçe, köşk ve Çakal Dağı sırtlarında bağlık da Salamon’un o dönemdeki mülklerindendi.
Çengelköy’ün kalabalık ahalisinin çoğunluğunu Rumlar oluştururdu. Bazı zengin Yahudiler sahilde yalı sahibi olmuşlar ve bu arada Müslüman-Osmanlılar da buralara yerleşmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy’de yalı sahibi olan Küpelioğlu Salamon, uzun yıllar evvel İspanya’dan gelip Hasköy’e yerleştirilen ve bu arada zenginleşen bir aileden geliyordu, kışları Hasköy’de, yazları Çengelköy’deki yalısında geçirirmiş. Ayrıca Sultan IV. Mehmed tarafından 1676’da parası verilerek satın alınan bahçe, köşk ve Çakal Dağı sırtlarında bağlık da Salamon’un o dönemdeki mülklerindendi.
Çengelköy’de Ermeniler
18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri’nin, hızlı bir şekilde Çengelköy kıyılarında yerleştikleri ve buralarda yalılar yaptırdıkları gözleniyor. Vaniköy sınırından Çengelköy iskelesine kadar olan yol boyuna, kıyı boyuna zengin Ermeni ailelerinin yalıları dizilmiş durumda. Darphane Sarrafı Kirkor, Şalcı Köçeoğlu Andon (ve Simon), Sırmakeş Artin, Çuhacı Mikel, Simkeş Osep, Aşçı Mardiros… Bu Ermeni ailelerinin hep sanatkar insanlar oluşu elbette gözden kaçmıyor. Marifetleri genellikle kuyumculuk, sarraflık, altın, gümüş ve para. Bu ailelerden bazıları daha sonraları devletin para işlerini yönetecek olan Galata Bankerleri haline geleceklerdir.
Osmanlı Ermenilerinin Çengelköy’e yerleşmesi 19. yüzyılın başlarında tersine dönmüş, Çengelköy’deki Ermeni ailelerinin sayısı hızla azalmaya başlamıştı. Bununla beraber Kapu Çuhadarı Ömer Ağa, Sadrazam Yusuf Paşazade Mahmud Bey, Sabık Mimar Tahir Ağa, Sadrazam Yusuf Ziya Paşa, Sadrazam Laz Ahmet Paşa aileleri Çengelköy’e yerleşmeye başlamış ve buradaki Türk-Osmanlı nüfusunda kayda değer bir artış gözlemlenmiştir. Bu arada iskelenin Beylerbeyi yönündeki sahil boyunda ise eskiden olduğu gibi Müslüman Osmanlıların, paşaların, devlet ve din adamlarının yalıları göze çarpıyor. Bu da gösteriyor ki Osmanlı’nın önde gelen kesimlerinin Çengelköy’e olan merakı hiçbir dönemde azalmamıştır.
18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Ermenileri’nin, hızlı bir şekilde Çengelköy kıyılarında yerleştikleri ve buralarda yalılar yaptırdıkları gözleniyor. Vaniköy sınırından Çengelköy iskelesine kadar olan yol boyuna, kıyı boyuna zengin Ermeni ailelerinin yalıları dizilmiş durumda. Darphane Sarrafı Kirkor, Şalcı Köçeoğlu Andon (ve Simon), Sırmakeş Artin, Çuhacı Mikel, Simkeş Osep, Aşçı Mardiros… Bu Ermeni ailelerinin hep sanatkar insanlar oluşu elbette gözden kaçmıyor. Marifetleri genellikle kuyumculuk, sarraflık, altın, gümüş ve para. Bu ailelerden bazıları daha sonraları devletin para işlerini yönetecek olan Galata Bankerleri haline geleceklerdir.
Osmanlı Ermenilerinin Çengelköy’e yerleşmesi 19. yüzyılın başlarında tersine dönmüş, Çengelköy’deki Ermeni ailelerinin sayısı hızla azalmaya başlamıştı. Bununla beraber Kapu Çuhadarı Ömer Ağa, Sadrazam Yusuf Paşazade Mahmud Bey, Sabık Mimar Tahir Ağa, Sadrazam Yusuf Ziya Paşa, Sadrazam Laz Ahmet Paşa aileleri Çengelköy’e yerleşmeye başlamış ve buradaki Türk-Osmanlı nüfusunda kayda değer bir artış gözlemlenmiştir. Bu arada iskelenin Beylerbeyi yönündeki sahil boyunda ise eskiden olduğu gibi Müslüman Osmanlıların, paşaların, devlet ve din adamlarının yalıları göze çarpıyor. Bu da gösteriyor ki Osmanlı’nın önde gelen kesimlerinin Çengelköy’e olan merakı hiçbir dönemde azalmamıştır.
19. yüzyıl ve Büyük Yangın
28 Ağustos 1832 yılında Çengelköy Çarşısı’ndaki Kara İlya adlı bir Rum’un işyerinde başlayan yangın yirmi dükkan ve seksen evi yakarak büyük bir felaket yarattı. II. Mahmud bu felakete uğrayanlara hemen 15 bin kuruş yardım parası gönderdi. Şair Avni bu olay hakkında biraz da kendi şarap severliğinden de dem vurarak; “Meyhaneler yandı, zavallı sarhoşlar kendilerini ateşe atsınlar” anlamındaki dizeleri yazmıştır.
28 Ağustos 1832 yılında Çengelköy Çarşısı’ndaki Kara İlya adlı bir Rum’un işyerinde başlayan yangın yirmi dükkan ve seksen evi yakarak büyük bir felaket yarattı. II. Mahmud bu felakete uğrayanlara hemen 15 bin kuruş yardım parası gönderdi. Şair Avni bu olay hakkında biraz da kendi şarap severliğinden de dem vurarak; “Meyhaneler yandı, zavallı sarhoşlar kendilerini ateşe atsınlar” anlamındaki dizeleri yazmıştır.
1800’ lü yıllarda Çengelköy
İskele ve meydanı artık eskisine göre daha tertipli bu dönemde. Bunun sebeplerinden biri de 1849 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile birlikte daha önceden yapılan Boğaz vapur seferlerinin düzenli hale gelmesidir. İskele meydanında günümüzde de olduğu gibi kahveler, meyhaneler ve küçük gazinolar göze çarpmakta. Bu yüzyıl içerisinde gelişmeler daha hızlı olmakta ve yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy daha değişik görüntüler vermektedir. Artık sahilde Şirket-i Hayriye’nin vapurları sık sık göze çarpmakta ve daha az kişi pazar kayıklarını kullanmaktadır. Çengelköy büyümüş ve üç mahalleye bölünmüştür: Asıl Çengelköy, Yukarı Mahalle ve Setüstü Mahallesi. Ev sayısı 600’e çıkmış, bunların 320 tanesinde Müslüman Osmanlılar oturmakta. Artık namı tüm İstanbul ahalisince bilinen meyvelerin artan ticaretinin yanında balıkçılık da artmış. Vaniköy’den İskele’ye kadar uzanan dalyanlarda kılıç balığı avlanmakta.
Çengelköy meydanındaki Rum meyhaneleri de yavaş yavaş gazino olmaya başlamışlardır. Bu dönemin ilginç gelişmelerinden birisi de Stavros Vutares Efendi’nin Çengelköy’de bir basımevi kurarak Yunan dilindeki ilk modern ansiklopediyi, dokuz ciltten oluşan “Lexicon Historias Kai Geographyco”yu yayınlamasıdır.
İskele ve meydanı artık eskisine göre daha tertipli bu dönemde. Bunun sebeplerinden biri de 1849 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile birlikte daha önceden yapılan Boğaz vapur seferlerinin düzenli hale gelmesidir. İskele meydanında günümüzde de olduğu gibi kahveler, meyhaneler ve küçük gazinolar göze çarpmakta. Bu yüzyıl içerisinde gelişmeler daha hızlı olmakta ve yüzyılın ikinci yarısında Çengelköy daha değişik görüntüler vermektedir. Artık sahilde Şirket-i Hayriye’nin vapurları sık sık göze çarpmakta ve daha az kişi pazar kayıklarını kullanmaktadır. Çengelköy büyümüş ve üç mahalleye bölünmüştür: Asıl Çengelköy, Yukarı Mahalle ve Setüstü Mahallesi. Ev sayısı 600’e çıkmış, bunların 320 tanesinde Müslüman Osmanlılar oturmakta. Artık namı tüm İstanbul ahalisince bilinen meyvelerin artan ticaretinin yanında balıkçılık da artmış. Vaniköy’den İskele’ye kadar uzanan dalyanlarda kılıç balığı avlanmakta.
Çengelköy meydanındaki Rum meyhaneleri de yavaş yavaş gazino olmaya başlamışlardır. Bu dönemin ilginç gelişmelerinden birisi de Stavros Vutares Efendi’nin Çengelköy’de bir basımevi kurarak Yunan dilindeki ilk modern ansiklopediyi, dokuz ciltten oluşan “Lexicon Historias Kai Geographyco”yu yayınlamasıdır.
Çınar ağacı
Bu yapıların arasında en az bu yapılar kadar değerli ve güzel olan bir canlıdan, bir çınar ağacından bahsetmemek imkansızdır.
Oldukça yaşlı olan bu çınar ağacının (İbrahim Hakkı Konyalı bu ağacın bin yıllık olduğunu iddia eder) dallarının bir çoğu toprağa paralel uzamış, uzunluklarından dolayı kırılmamaları için altlarına destekler konmuştur. Çınarın yanındaki yalıyı yaptıran Abdullah Paşa burada küçük bir cami de yaptırmıştır. Günümüzde gölgesi altında şirin bir de kahve bulunan çınar İstanbul’un en kayda değer ağaçlarından biridir.
http://www.cengelkoy.net/cengelkoy-tarihi
Kadınlar ne ister?
25 Ekim 2012 Perşembe
Dünyanın yedi harikası nelerdir
Yemekteyiz Programını Seslendiren Kişi Kimdir?
Başlığa tıklayınız
1971 Ankara doğumlu olan Tarkan Koç 88 yılında Kabataş Erkek Lisesinden mezun oldu.Aynı yıl Mimar Sinan GSÜ Devlet Konservatuarı Opera-Şan bölümüne girdi.1997 yılında mezun oldu.Öğrencilik yıllarında Devlet Tiyatrosunda çeşitli oyunlarda görev aldı.
Bu oyunlardan bazıları;
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ,BUDALA,MACHBET,ABDÜLCAMBAZ,OLMAYAN KADIN,MUAMMA...Tiyatro Çisenti ile YABANCI'DA ALBERT CAMUS,BİR İSTANBUL MASALI,DİLEKÇE,ŞİMDİ YAŞA SONRA ÖDE gibi pek çok oyun ve müzikallerde görev aldı.En son Süheyl Behzat Uygur Tiyatrosunda GÜLDÜREN ŞÜPHE adlı oyunda görev aldı.
Vural Yıldırımla yazdığı MÜZİK FELSEFESİNE GİRİŞ adlı kitabı vardır.ayrıca ÖLÜ ŞİİRLER KİTABI adlı şiir kitabı bulunmaktadır.özel olarak şan dersleri veren Tarkan Koç Maltepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde Yüksek Lisans eğitimini sürdürmektedir
kaynak:tarkankoc.com
1971 Ankara doğumlu olan Tarkan Koç 88 yılında Kabataş Erkek Lisesinden mezun oldu.Aynı yıl Mimar Sinan GSÜ Devlet Konservatuarı Opera-Şan bölümüne girdi.1997 yılında mezun oldu.Öğrencilik yıllarında Devlet Tiyatrosunda çeşitli oyunlarda görev aldı.
Bu oyunlardan bazıları;
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ,BUDALA,MACHBET,ABDÜLCAMBAZ,OLMAYAN KADIN,MUAMMA...Tiyatro Çisenti ile YABANCI'DA ALBERT CAMUS,BİR İSTANBUL MASALI,DİLEKÇE,ŞİMDİ YAŞA SONRA ÖDE gibi pek çok oyun ve müzikallerde görev aldı.En son Süheyl Behzat Uygur Tiyatrosunda GÜLDÜREN ŞÜPHE adlı oyunda görev aldı.
Vural Yıldırımla yazdığı MÜZİK FELSEFESİNE GİRİŞ adlı kitabı vardır.ayrıca ÖLÜ ŞİİRLER KİTABI adlı şiir kitabı bulunmaktadır.özel olarak şan dersleri veren Tarkan Koç Maltepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde Yüksek Lisans eğitimini sürdürmektedir
kaynak:tarkankoc.com
Evde bira nasıl yapılır neler gereklidir
İlk adım olarak ekipman ve karışım maddelerini tanıtıyoruz. Yeni başlayanlar için
Bira Tenceresi: İlk ihtiyacımız 3-4 galonluk (yaklaşık 11-15 litre) bir kap. Bira karışım maddelerini pişirmek üzere kullanacağız. Paslanmaz çelik, alüminyum veya mine bir malzeme olması uygun. Karıştırma işlemi için plastik veya ****l bir kaşık yeterli olacaktır.
Temel Fermenter: 5-6 galon (yaklaşık 19-22lt.) carboy veya bira fermenteri, karışım kaynadıktan sonar fermante olabilmesi için gereklidir. Bir grup 5 galon (yaklaşık 19 lt.) bira ürettiği için ve biranın fermantasyon için ekstra hacme ihtiyacı olduğu için, 6 galonluk (yaklaşık 22 lt.) fermanter öneriyoruz.
Plastik yerine cam carboy önerilmesinin 2 nedeni vardır: Birinci olarak cam sayesinde fermantasyon prosesini tamaen izleyebilmek mümkün. İkinci neden ise plastiğin cama oranla çok zor steril olmasıdır. Plastik yapısı gereği bir bakteri tuzağıdır. Ve bakteriler biranın tadını bozup çürütür.
Şişeleme Kovası
Sifonlanmış fermante edilmiş birayı 5 galonluk (yaklaşık 19 lt.) bir kaba konur. Bu kovadan şişelere sifonlanır.
Sifon
Biranın bir kaptan diğerine transferinde sifon kullanılır. Bir çok durumda ihtiyaç duyulur sifona. İlk olarak fermantasyon bittikten (7-10 gün) sonar sifon kullanılır. Biranın tamamı şişeleme kovasına sifonlanır. Yalnız fermenterin dibinde 2-3cm bira mayası bırakılır.
Sifonu ikinci kaptan şişelere bira aktarırken kullanırız.
Huni
Huniye bira karışım maddelerini cam carboya dökerken ihtiyaç duyarız. Ayrıca parçaların straining veya sparging inde kullanabiliriz.
Hava Valfi (Fermantasyon Valfi)
Hava valfi, hava geçirmez bir alan yaratarak CO2 in çıkışına imkan tanırken yabancı maddelerin fermentere girmesine engel olur.
Hava valfinin kısmen su dolu olması gerekir. Carboyun ise bir stoppere ihtiyacı vardır.
Kapak Takıcı (capper)
Bu araç şişelerin tepesine kapak takmaya yarar. Aracın sert bir sıkıştırmasıyla, kapak, şişedeki lezzetin ve karbonasyonun mühürlenmesini sağlayacaktır.
Şişeler/Kapaklar
5 galonluk (yaklaşık 19 lt.) bira grubu 2-2.5 kasa bira üretilmesini sağlar. (48-60 şişe) Kahverengi, yeni eski veya yeniden dönüştürülmüş şişeler kullanılabilir. Şişeler çevrilerek açılır olmamalı kla*** tipte olmalıdır. Tüm şişeler şişelemeden once iyice steril edilmeli ve içileri her türlü pislikten arındırılmalıdır. Kapaklar yeni satın alınmalıdır.
Şişe Yıkayıcısı (İsteğe Bağlı)
Bu şekilde şişelerin temizliği ve sterilizasyonu daha hızlı bir şekilde yapılabilir. Musluğa bağlı olarak, yıkayıcı, şişelere derişik su spreyler.
Sıhhileştirme
Diğer temizleyicilerin içinde önerilen iyot bazlı temizleme malzemeleridir. İyotlu solüsyonlara batırılmış bir ekipmanda tüm bakteriler tamamen yok olacaktır. Antibakteriyel sabun ve klorlu beyazlatıcılar diğer alternatifler olabilir. Fakat ekipman temizlemeden sonra temiz suyla dur****mak zorundadır.
Hidrometere
Bu araç biranın içindeki alkol miktarını ölçer ve biranın fermante olduğunu ve şişelenebileceğini belirler. Hidrometre belli bir ağırlık, kalınlık, yoğunluk ve biranın içerdiği potensiyel alkol miktarını ölçer.
YA DA
Bira Alet Takımı
Yeni başlayanlar için bulunabilecek bira takımlarında 5 galon (yaklaşık 19 lt.) bira yapabilmek için gerekli tüm karışım maddelerini bulabilirsiniz. Bir çok takımın beraberinde malt (biralık arpa) özü, şerbetçiotu, ağızotu şekeri ve şişe kapakları da gelir.
NASIL YAPILIR ?
Kullanılacak karışım maddeleri çeşit çeşit olsa bile, temel hazırlama teknikleri aynıdır. Bu konuda izlenecek adımlar aşağıda listelenmiştir.
1. ADIM DEZENFEKTE
Ilk adım ve evde bira yapımının en önemli aşaması, sıhhileştirme, steril çalışma bölümüdür. Bira ile ilişkiye giren herbir parça ekipman kaynatılmanın dışında ayrıca sterilize edilmelidir. Eğer iyi bir temizlik sağlanamazsa, bakteri oluşumu ile beraber bira bozulacak ve ekşimiş bir tat oluşacaktır. Evde bira yapımı ile ilgili dükkanlarda çok çeşitli sterilizasyon maddeleri bulunabilir. Ya da zaten halihazırda evde kullandığınız bu tür malzemeleriniz vardır. Bakteri ile kontağa geçtiğinde derhal öldüren ve yıkanıp dur****ması çok kolay olan iyot bazlı dezenfektanlar bu konuda en iyi çözümlerdir. Antibakteriyel sabun ya da kokusuz klorlu beyazlatıcılar da etkindirler fakat su ile dur****maları iyotlara gore çok daha zordur. Dezenfektanın eklenmesi Öncelikle bir kaba dezenfektan malzemeyi koyup su ile karıştırın. Tüm ekipmanı bu suda bir fırça ya da sünger yardımıyla fırçalayın. Eğer beyazlatıcı kullanıyorsanız, her 5 galon (yaklaşık 19 litre) suya ¼ fincan ekleyin. Tüm ekipmanı ilaçlı suda en az 30 dakika bekletmeniz gerekiyor. Şişe ve carboy ların dar ve uzun boyunlarına erişebileceğiniz özellikte bir fırça bulmanızı tavsiye ederiz. Plastik fermenterler ve şişelerde bakterilerin üremesine imkan tanıyacak çiziklerden ve lekelerden uzak olması gerekmektedir.
Durulama: Hemen arkasından tüm ekipmanı temiz su ile iyice yıkayıp havalandırarak kurumaya bırakın. Havlu kullanmayın.
2. ADIM SU VE TAHIL PARÇALARI
Bira tenceresine 1.5-2 galon (yaklaşık 5.5-7.5lt) soğuk su koyun. Geri kalan 3.5 galon (yaklaşık 13lt.) su buzdolabında soğutulmuş olmalıdır. Bu su daha sonra kaynayan sıcak bira karışımının soğutulmasına yardımcı olacaktır. Arıtılmış veya memba suyu daha iyi sonuç verse de şebeke suyu da kullanılabilir. Ezilmiş tahıl parçalarını suya atıp orta ateşte ısıtıp karıştırmaya başlayın. Yüksek ısıda pişirilmesi taşma ve dibinin tutması riskleri yüzünden önerilmiyor. Parçalar sadece kaynamanın bu aşamasında kullanılacağı için, şerbetçioğlu çorabı veya parça çantasına konabilirler ya da tüm ilave edilebilirler ve daha sonra çıkarılabilirler. Şerbetçioğlu çorabı kullanımı en kolay olandır. Çünkü bir çay poşeti kolaylığı ile parçaları tutar ve çıkarabilirsiniz. Kristal malt (biralık arpa) biraya karamel tadı verir. Alçitaşi eklenmesi Suya 1 çay kaşığı alçıtaşı ekleyin. Alçıtaşı ya da kalsiyum sülfat fermantasyon sırasında su kalitesini arttırmak ve suyun tadını bazı ingiliz biralarının tadına benzetmek için kullanılır. İsteğe bağlı katabilirsiniz. Pilsner biralar hariç pek çoğunda kullanılmaktadır. Parçaların Çıkarılması İlk kaynama işaretleri ile birlikte tahıl çantasını çıkarın ya da tahılları strain off. Kaynatmaya düşükten orta ısıya doğru devam edin.3. ADIM MALT ÖZÜ EKLENMESİ
Karişim tam olarak kaynama noktasına geldiğinde, ev birasının en önemli karışım maddelerinden malt özü eklenir. Özler hafiften (light) serte (dark) sıvıdan katıya farklı formlarda olabilirler.Özün tipi biranın rengini belirler. Eğer konserve sıvı malt özü kullanırsanız, kabı birkaç dakikalığına ılık su ile ıslatmalısınız. Ilık su maltın yapışkanlığını azaltıp suya karışımını kolaylaştıracaktır. Konservede yapışan maltı tekrar kazanmak için, sıcak sudan biraz içine koyup bir kaşıkla sıyırın ve tekrar kaba boşaltın. Düzgün karıştırdığınızdan emin olun ve her zaman karışımı geniş bir kaşıkla alttan üste karıştırın.
4. ADIM HOPPING (ŞERBETÇİOTLARI EKLENMESİ)
Hopping karışıma acılık ve lezzet katarak malt şekerin tatlılığını dengeleyecek ve serinlik hissi efektini katacaktır. 3 aşamada uyg****ır. Kaynatma, tatlandırma, sonlama. Kaynamanın farklı noktalarında karışıma bu üç farklı şerbetçiotu karışımını koymanız gerekmektedir. Farklı yapıları olsa da genelde şerbetçiotları plug ya da küçük toplar halinde kullanılır, çiçek formunun yerine. Daha etkin koku verirler. Bira yapım kiti alırsanız bunları hazır bulacaksınız. Bunlar acı olarak hazırlanmışlardır fakat lezzet ve sonlama yapılmamıştır. İstediğiniz takdirde bunları daha sonra siz katabilirsiniz.
a) Kaynama şerbetçiotlarını katın ve 30 dakika kaynatın.
B) Lezzet şerbetçiotlarını katıp 15 dakika daha kaynatın. İrlanda yosunu bu arada katabilirsiniz. Fermantasyonda biranın çökmesine ve temiz olmasına yardımcı olacaktır. c) Kaynamanın son iki dakikasında bitiş şerbetçiotlarını katın. Ek lezzet ve aromayı bu aşamada katacaksınız.5. ADIM FERMENTERE TRANSFER
Karışımın ve suyun fermentere aktarımına geldi sıra. Karışımın çok acil soğutulması gerekir ki böylece suyla karışan karışım minimum 70 dereceye soğutulduğunda maya eklenebilsin. Fermentere eklenen soğuk su karışımı serin tutacaktır. Fazla parçacıklar fermentere eklenirken süzülmelidir.
a) Fermentere soğuk su koyun. 3..5 galonluk (yaklaşık 13lt.) soğuk suyu fermentere ya da carboya ilave edin. Bir parça tel ya da kağıt ataşı kullanırsanız huniden fermentere sıvı akışını hava kaçmasına izin vererek yardımmcı olacaktır.
B) Karışımı fermenterde süzünüz. Steril bir süzgeçle, karışımı 3.5 galonluk (yaklaşık 13lt.) fermenter/carboya dökünüz. Bu parçacıkların süzülmesini sağlar. Eğer parçacık torbası kullanmıyorsanız süzgeç zaten şarttır.
c) Kalan soğuk suyu fermentere ekleyin.
d) Hidrometre ile biranın alkol ve yoğunluğunun ölçülmesinin en az iki kez yapılması gereklidir. İlk okuma mayanın fermente olmamış biraya katılmasından önce ve fermentasyonun bitip bitmediğini anlamak için 7 gün sonra yapılmalıdır. Tüpün dörtte üçünü bira solüsyonu ile doldurun. Dereceyi içine bırakın. Hihrometrede hareket durunca potansiyel alkol ve özgül yoğunluk ölçülerini kaydedin. Özgül yoğunluk oranı size biranın yoğunluğunu gösterecektir. Eğer hidrometre etrafında kabarcıklar oluşursa, geçene kadar hidrometreyi hızla çevirin.
e) Isı 70 dereceye düştüğünde maya ekleyin. Biranın üstüne 1 paket ale mayayı serpin. Mayanın ölmemesi ve fermantasyonun oluşabilmesi için doğru ısıda katmak çok çok önemlidir.
f) Fermenter/carboyun üstüne hava valfini takın. 12-24 saat arasında fermantasyon başlayacaktır. Hava valfinden kaçan ufak kabarcıklar başladığının ilk sinyalidir. O anda şekerle beslenen maya CO2 üretmektedir.
6. ADIM MAYALANMA
İlk 24 saatte mayalanmanın işaretleri görülür. Tipik olarak ilk 2-5 gün kabarcıklar oluşarak hareketli geçecektir. 7-10 günde fermantasyon süreci tamamlanacaktır. Biranın hareketini gözlemlemek önemlidir. Örneğin gaz kabarcıklarının çıkış yoğunluğuna bakmak gerekir. Eğer 1 dakika içinde 1 kabarcıklanma oluyorsa işlem bitmeye yakındır. Kabarcıklar dakikada bir görülmeye başladığında ya da aktivite durduğunda, bira şişelemeye hazırdır.
a) Şişelemeye hazır mı mayalanma bittimi kararı için 2. hidrometre okuması yapılmalıdır. Ve ilk ölçümle karşılaştırılmalıdır. İki ölçüm arasındaki fark alkol yüzdesini verecektir. (Örneğin ilk ölçüm 7 ve ikinci 2 ise alkol olaranı 5% demektir.)7. ADIM BİRANIN ŞİŞELENMESİ
İlk adım priming şekerin suda kaynatılması ve şişeleme kovasına ilave edilmesidir. Bu biraya karbonasyon verecektir. Mayalanmış bira şişeleme kovasına artan maya bırakılarak sifonlanmalıdır. İyi kalite bira daha sonra şişelere sifonlanacak ve kapaklanacaktır. Çevirip açmalı kapak olmamalıdır.
a) Şişeler de dezenfektan kullanılarak sterilize edilmelidir. Yine iyot bazlı bir dezenfektan önerilir. Şişe yıkayıcıları steril edilmiş şişelerin dur****ması konusunda en hızlı ve etkin çözümlerdir. Kapaklarda suda kaynatılarak sterilize edilmelidirler.
B) Fementerin üstünden hava valfini çıkarın. Düz bir yere koyun. Şişeleme kovasını da aşağı yere. Sifonu az suyla doldurun üst ucunu U olacak şekilde tutun. Alt ucunu şişeleme kovasına koyun. Bira hızlı bir şekilde akabilir fakat siz yine de sıçratmadan ve gereğinden fazla hava eklemeden akıtmaya çalışın.
d) Priming; 1 kap suya 3/4 kap ölçek tahıl şekeri ekleyin. 10 dakika kaynatın ve sterlize şişeleme kovasına bu solüsyonu katın.
e) Şişelere sifonlama; Kovadan şişeler sifonlama. Sifonu tamamen şişenin dibine yerleştirin, yavaşça sıçratmadan sifonlayın. Şişeler tamaen doldurulmalı. Sifon çıkınca 2-3cm bir boşluk kalmalı şişede.
f) Steril edilmiş kapakları şişelerin üstüne yerleştirin. Kapak takma makinanızı şişe ve kapağın üstüne getirin. Sıkıcae ve yavaşça yanlarını aşağı itin ve serbest bırakın. Kapak şişenin tepesine yapışmış olacaktır.
8. ADIM YILLANDIRMA VE TADINA BAKMA
Oda sıcaklığında ve karanlık bir yerde 2 hafta bekletilmelidir. Lezzet ve carbonasyon ve tadın kalışı yıllanmayla artacaktır. Servisten önce soğutun. Serviste dibinde 2-3cm kadar bırakın. Dip çökelti biranın tadını gölgeleyebilir.
Afiyet Olsun...
REÇETE
Evinde kendi birasını imal etme zevkini doktorlar, avukatlar, sörfçüler, vergi memurları, pilotlar, kuaförler, denizciler, ev kadınları, çiftçiler, mühendisler, sekreterler ve daha birçok meslekten insan tatmaktadır. İşin gerçeği sadece bir çeşit bira olmadığı gibi tek tip bira üreticisinin de olması beklenemez.
Artık ilginiz bu konuya çekildiğine göre bir sonraki adıma geçebilirsiniz. Evinizde bir bira imalathanesi kurup, gereken direktifleri de alarak işe koyulabilirsiniz. Başlangıç için 50 ila 100 $ arası bir meblağ gerekir (kendi imalatınız olan tatminkar ve lezzetli bir bira için oldukça düşük bir meblağdır). İyi bir mağaza bulduğunuzda, çalışanlar da size yardımcı olacak ve formülasyon veya işlem hakkındaki sorularınıza gereken yanıtları verecektir. Ancak konunun uzmanı olduklarından emin olmanız gerekmektedir.
Evde bira imal etmek için iki temel reçete vardır. Birincisi, temel şeker kaynağı olarak konsantre şurup ve/veya tozların kullanıldığı aroma metodudur. Bir diğer metot ise hububat metodu olup, şekerler püreleme olarak bilinen ısıtma işlemiyle doğrudan hububatlardan elde edilir. Bira imalatının usulünü iyice kavrayana kadar aroma şeklinde bira imal etmeniz, başlangıç için en iyi yoldur. İmal edeceğiniz bira tamamı hububatlardan imal bira harmanlamayla karşılaştırılabilir ancak yapılacak işlem onun yarısı kadardır. Kısa zamanda sizler de hububattan bira imal etmeye başlayabilirsiniz.
Aşağıda lezzetli bir aroma reçetesi verilmiştir (Bu reçeteyle 5 galon (yaklaşık 19 lt.) elde edebilirsiniz):
ALMAN PİLSNER BİRASI
Muhteviyatı:
4 lb (yaklaşık 1.8 kg) Pale aroma şurubu
3 lb (yaklaşık 1.3 kg) hafif kuru malt
3/4 lb (yaklaşık 0,34 kg) kristal 20L
2.5 oz (yaklaşık 71gr) Hallertau şerbetçiotu
1 oz (yaklaşık 28,35 gr) Saaz şerbetçiotu
#1007 Alman Ale Bira Mayası (Wyeast Sıvı Bira Mayası)
Direktifler:
1. Hububatı 2 galon (yaklaşık 7.5 lt.) suyun içine boşaltın ve kazanın yanına getirin.
2. Hububatları çıkartın. Aroma ekleyin. Seyrelene kadar karıştırın. Kazana getirin.
3. 2 oz (yaklaşık 56gr) Hallertau ve 1/2 oz (yaklaşık 14gr) Saaz ilave edin ve 30 dakika kaynatın.
4. Kalan Hallertau ve Saaz şerbetçiotlarını ilave edin.
5. Arpa mayasını soğutun ve mayalama kovasına ilave edin. Beş galon (yaklaşık 19lt.) olana kadar su ilave edin.
6. Karışım soğukken bira mayasını ilave edin. (70-78 F).
7. 10-14 gün kadar mayalanmaya bırakın. Bire şişelendiğinde 10-14 gün arası tazeliğini koruyacaktır.
Evlilikte ne kadar sakinsiniz test edin,bulun
1Kötü geçen bir günün ardından eşiniz eve geliyor. Size ilk tepkisi ne oluyor?a) ‘Merhaba hayatım' der, ceketini size uzatıyor.
b) Yüzünüze bile bakmadan homurdanarak televizyonu açıyor.
c) Yanaklarınızı öptükten sonra ‘Akşama ne pişirdin?' diye soruyor.
2 Diyelim ki, yemek yerken size o gün başına gelenleri anlattı ve tam siz de kendi gününüzü anlatmaya yeltendiniz. Sizden su istedi.a) Hiçbir şey söylemeden su doldurursunuz.
b) Bozulur, ‘Sürahi yanında kendin koy' der ve masadan kalkarsınız.
c) ‘Ben de susamıştım zaten' diyerek, hemen isteğini yerine getirirsiniz.
3Yemekler sofrada. O, koltuğa yayılmış televizyon seyreden size ‘Biraz sonra gelirim, şu maç özetleri bitsin' dedi:a) Oturur tek başınıza yemeğinizi yersiniz.
b) Biraz bekledikten sonra yemekleri çöpe döker, hüngür hüngür ağlarsınız.
c) Hiçbir şey olmamış gibi bekler, masaya geldiğinde yemekleri yeniden ısıtırsınız.
4Maç özetleri bittikten sonra eşiniz sofraya teşrif etti ama tek bir söz etmiyor.a) Yarım saat boyunca onunla o sofrada oturur ve neyi olabileceği hakkında için için kaygılanırsınız.
b) ‘Bütün erkekler hepiniz aynısınız' der, söylenip durursunuz.
c) Eşinizin her zamanki hali olduğunu düşünür, bunu dert etmesiniz.
5Yemek bitti. Tam masayı toplayacaktınız ki, televizyonda izlediğiniz dizi başlıyor. Eşiniz ‘Bırak, hadi git izle ben toplarım' deyiverdi:a) ‘Kesin dilinin altında bir şey var' dersiniz.
b) ‘Kafana saksı düştü herhalde!' dersiniz.
c) ‘Şaka yapıyorsun' der boynuna atlarsınız.
6Masayı topladı ama işi bitince yanınıza oturup, ‘Türk kahvesi yap da içelim' dedi:a) ‘Ama dizinin en heyecanlı yeri, biraz bekleyemez misin?' dersiniz
b) ‘Huzurumu kaçırmak için elinden geleni ardına koymuyorsun değil mi?' deyip televizyonu kapar ve yatmaya gidersiniz.
c) ‘Tabii canım yorulmuşsundur sen, hemen geliyorum' der mutfağa koşarsınız.
7Yemek ve televizyon faslı bittikten sonra yatakta eşiniz sizi öpmeye yelteniyor:a) İstemeye istemeye ona karşılık verirsiniz.
b) ‘Sen gel eve, yüzüme bile bakma, sonra da sevişmek iste!' deyip sırtınızı dönersiniz.
c) ‘Koca bebek' diye düşünür, siz de şefkatle ona sokulursunuz.
8Sabah oldu ve eşiniz yataktan fırladı. Size ‘günaydın' bile demeden ‘Söylesene mavi gömleğimi ütülemedin mi sen?' dedi:a) Burnunun dibindeki gömleği başınızla işaret edersiniz.
b) ‘Başka mavi gömleklerin de var' deyip, sinirden yorganı başınıza çekersiniz.
c) ‘Ütülemez olur muyum canım' der, kalkıp onun gömleğini giymesine yardımcı olursunuz.
DEĞERLENDİRME
A'lar çoğunluktaysa
Erkeklerin doğasını çözmüşsünüzEşinizi olduğu gibi kabul etmişsiniz. Aslında kabul ettiğiniz eşiniz değil de, daha çok erkek cinsi! Erkeklerin yaradılış gereği çıkarcı ve nankör olduğunu düşünüyor ve işlerinizi buna göre ayarlayıp, boşu boşuna sinirlerinizi harap etmiyorsunuz. Her şeyi bildiğiniz gibi yapıyor, kendinizi onun olumsuz davranışlarına ve sözlerine kapatıyorsunuz. Size önerimiz, aynı bu şekilde devam etmeniz.
B'ler çoğunluktaysa
Sinirlerinizi kontrol edemiyorsunuzÇok dolmuşsunuz! Eşinizin özensizlikleri ve kabalıkları canınıza tak etmiş. Halbuki ondan istediğiniz, sizin beklentilerinize ve kişiliğinize, hatta emeklerinize biraz saygı göstermesi. Ona karşı o kadar tepkilisiniz ki, çabalasa bile bunu fark etmezsiniz. Önerimiz, oturup sakin kafayla sorunlarınızı konuşmanızdır. ‘Bunu da yaptık, ama hiçbir şey değişmedi!' diyorsanız, hemen bir aile danışmanına başvurmalısınız. Yoksa bu sinir sizi yiyip bitirecek!
C'ler çoğunluktaysa
Siz tam bir meleksiniz!Eşiniz ne yaparsa yapsın, ister sizi görmezden gelsin, ister sizi terslesin, sakinliğinizden hiçbir şey kaybetmiyorsunuz. Sinirlerinize daima hakim oluyor, onun bir şekilde suyuna gitmeye çalışıyor ve bunun üstesinden de geliyorsunuz. Yapıcı bir kadın olmanız her ne kadar eşinize iyi gelse de, bizim önerimiz kendinizi bu kadar ezdirmemeniz ve kendi kurallarınızı da koyabilmeniz yönünde olacaktır. Aksi halde ruhen yorulduğunuz hissedebilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)